Ana içeriğe atla
Şimdiye kadar mübadeleyi hep buralara gelenlerden dinledik. Peki ya
gidenler? Giderken neler hissettiler? Arkalarında ne bırakmışlardı? Bir
yerden gitmek, gönderilmek mi zor, istesen de oraya bir daha
dönemeyeceğini bilmek mi? Bunlar, insanı acıtan sorular. Edebiyat da
insanın en acıyan yerinde zaten. Canan Tan müthiş bir özgüvenle ‘..
belli bir kesim beni edebiyatçı saymıyor,’ diye telaffuz etse de çok
satan her kitabı daha alıp okumadan karalamayı gerçek edebiyat nedir
tartışmasının hayli uzağında buluyorum ben. O halde bu noktada bir
itiraf da benden gelsin. Çok satanları okumamak gibi bir huyum vardı
eskiden. Karnınızı abur cuburla doyurmayın, diyen Mehmet Hocamdan
(Eroğlu) fazlaca etkilendiğim yıllardı belki. O zamanlar zaten kediden
de korkardım. İnsan yaşadıkça birer birer bütün önyargılarının muzip
bir gülüşle selam çakarak geçip gittiğine tanık oluyor yanından,
yakınından. İyi ki de böyle oluyor gerçi. Nasıl kedi korkumu terk edince
Tarçınımla büyük aşk yaşadıysam, kitaplara ‘‘best seller’’ gözlüğüyle
bakmayı bırakınca da başka dünyalar keşfetmem mümkün oldu.
Canan Tan’ın son romanı Hasret, hem
daha önce çok dinlediğimiz hem de aslında pek bilmediğimiz bir dünyayı
anlatıyor bize. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet öncesi yıllarda Kırşehir-
Keskin’de gerçekten yaşanmış bir aşk ve ayrılık öyküsü Tacettin ile
Patricia’nın bir ömür dinmeyen hasreti. Anadolu’nun düşman işgalinden
önce aralarında hiçbir sorun yaşanmadığı iddia edilen azınlıklarla
müslüman halkın ilişkilerinin sorgulanması açısından da önemli buldum
ben bu aşk hikâyesini. Zira meyhanesine gidip dostlarıyla beraber
yârenlik etmekte hiçbir sakınca görmedikleri Omorfia’nın kızı söz konusu
olunca koskoca bey oğlunun evlenmek istediği, hoşgörülü müslüman
ailenin gözü ne aşk görüyor ne sevda ne yuva ne de torun torba. Hatta
Tacettin’in annesinin öz torunu için kullandığı ‘yarısı yavrumun yavrusu yarısı yılanın yavrusu’ deyişi var ki insan sormadan edemiyor gerçekten mübadele öncesinde barış ve hoşgörü mü hâkimdi bu halklar arasında diye?
Başka dünyalar dedim ya, mübadelenin dramatik arka planının yanısıra
sevmek, sevdiğine sahip çıkmak, ölüm ile hasret arasında seçim yapmak ya
da daha kötüsü seçim bile yapamadan öylece kalakalmak gibi nice
çetrefilli yan izleği var bu hikâyenin. Var, var olmasına da ‘‘zamanın ruhu’’
diye de bir şey var işte... Ne kadar kızsam da Tacettin’e, herhalde
zordu o yıllarda öyle bir sevdaya sahip çıkmak, herhalde zordu anaya
babaya meydan okumak, kapıları çarpıp bir ceketle kalmak, bütün gemileri
yakmak. Herhalde zordu da, böylesi daha mı kolay oldu acaba? Kim bilir,
belki de gerçekten ‘‘vuslatın hayali vuslattan tatlıdır’’ (:340).
Yorumlar
Yorum Gönder