Yazılı Anlatım ve Yazılı Anlatımda Plan


YAZILI ANLATIM
1. P L Â N
Herhangi bir konuda sıralanacak düşüncelerin, duyguların, olayların mantıklı ve etkili biçimde düzenlenmesidir. Önce, konu seçilir, sınırlanır; sonra bir ana düşünceye bağlanır. Bu ana düşünceye göre bilgi toplanır. Daha sonra bu düşünceler, birlik ve bütünlük sağlanacak biçimde düzenlenir ki, bu düzenleme işlemine, Plânlama denir. Yazının çatısı, iskeleti olan plân, bize yol gösteren bir araçtır. (E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 153)
Bir konunun omurgası olan ana düşünce çevresinde, yardımcı düşüncelerin bir düzene konmasına "Plân" denir. Bir yazıda ana düşünce çevresinde beliren yardımcı düşüncelerin, ana düşünceyle ilişkileri yönünden uzaklık ve yakınlıkları vardır. Bunları sıraya koymak, gereksizleri atmak, ancak plân yapmakla mümkündür. (K. GARİPOĞLU, Kompozisyon Bilgileri, s. 154)
1a. PLÂN TÜRLERİ
Herhangi bir yazıda konunun içeriğine ve ele alınış yöntemine göre üç türlü plân vardır:
(1) Devinsel (Harekî) Plân: Olaya dayanan, tahkiyeli kompozisyon türlerinde uygulanır. Örneğin; hikâye, roman, tiyatro, gezi yazıları vb.
(2) Duygusal Plân: Mutluluk, üzüntü, acı, heyecan, hayal kırıklığı, korku vb. insanî özellikleri anlatan yazılarda uygulanır. Örneğin; şiir, mensur şiir vb.
(3) Düşünceye ait (Fikrî) Plân: Düşünceye dayalı yazı türlerinde uygulanır. Örneğin; makale, fıkra, deneme, konferans vb. (E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 157)
Her yazıda, genellikle şu üç bölüm bulunur:
Giriş: Okuyucunun ilgisini çekecek bir özellikte olmalıdır. Bu bölüm oluşturulurken, güncel olaylardan, atasözü, vecize ve deyimlerden yararlanılabilir.
Gelişme: Ana düşünceyi destekleyecek ve geliştirecek yan düşünceler, bu bölümde verilir. Tanımlama, örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme, istatistikî bilgi verme, anı aktarma, kişi ya da olayı tasvir etme, aksi düşüncelerden yola çıkma vb. yöntemler aracılığı ile ana düşünce, açıklanır ve geliştirilir.
Sonuç: Yazı boyunca verilen düşüncelerin özü saptanır; okuyucunun beyninde oluşan soruların cevaplanması sağlanır; yazının önceki bölümlerinde atılan düğümler, teker teker çözülür.
1b. PLÂN YAPMANIN YARARLARI
(1) Kişiyi boş sözlerden ve konu dışına çıkmaktan kurtarır.
(2) Düşüncelerin rahatça anlatılmasını ve yazının kolay anlaşılmasını sağlar.
(3) Duygu, düşünce ve hayallerin ölçülü biçimde anlatılmasına yardımcı olur.
(4) Kişiyi kararsızlıktan ve zaman kaybından kurtarır.
(5) Konu birliğini korur.
Plân yapmadan oluşturulan bir paragraf örneği:
"Havanın dikkate alınması, bir uçak yolculuğunda daima mevcut ve devamlı bir faktördür. Hava şartlarının tesirleri, sayıca o kadar fazla ve değişiktir ki, ancak hava yolculuğunun yapılması ile ilgili diğer bütün faktörlerle olan alâkası muvacehesinde dikkate alınınca, tam bir şekilde değerlendirmeye tâbi kılınmış olur. Bu, bilhassa meteorolojik hava tahminlerinin, plânlanmış veya tasavvur hâlinde olan bir hava yolculuğuna uygulanmasında açıkça kendini gösterir. Bu sebeple, seyahat şayet müessir bir şekilde plânlanacaksa, plânlamasının hava şartlarına bağlı olduğu her seyahat tam süresine şamil olacak güvenilebilir bir hava tahmininin iyice incelenmesine ve bu tahminin gerektirdiği şekilde, plânlarda uygun değişiklikler yapılmasına ihtiyaç hissettirir."
(E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 160)
Yukarıda plânı yapılmadan oluşturulan (Anlamı bilinmeyen kelimeler, yapısı bozuk cümleler kullanılmış, düşünceler kapalı, dolaylı ve anlaşılmaz verilmiştir.) paragraftaki düşünceler, şu şekilde verilebilirdi:
"Bir uçak yolculuğu yapılmak istendiğinde, hava şartlarının etkileri göz önünde tutulmalı; bu nedenle, hava tahmin raporları iyice araştırılmalıdır."
1c. YAZIDA PLÂN
(1) Konunun seçimi
(2) Konunun sınırlandırılması
(3) Ana düşüncenin belirlenmesi
(4) Yardımcı düşüncelerin belirlenmesi
(5) Yardımcı düşüncelerin sıralanması
(6) Yazı türünün belirlenmesi
(7) Başlığın belirlenmesi
Örnek Yazı Plânı:
Konu : "Duvarı nem, insanı gam yıkar." (Türk Atasözü)
Ana Düşünce : Nem ve gam. (Açıklayacağım nedir?)
Yardımcı Düşünceler: Nemin duvarı yıkması / Gamın insanı yıkması
Yazı Türü : Fıkra
Plân Türü : Düşünceye ait plân (Fikrî plân)
Başlık : Nem ve Gam
Paragraf Kuruluşu : Giriş, Gelişme ve Sonuç
NEM VE GAM
Bir atasözümüz, "Duvarı nem, insanı gam yıkar." der. Nem ve gam içine sızdıkları varlıkları uzun sürede, ağır ağır, içten içe çürütüp yıkmayı bildirirler. Nem duvarı nasıl yıkarsa, gam da insanı öyle yıkar.
Nem, duvarı yıkar. Belli ki balyoz gibi, dinamit gibi birdenbire yıkmaz; bunların aksine, önce boya, sıva gibi dış koruma kaplamaları dökülen yerlerden nem duvarın içine sızar, yapı maddelerini eritir, sertliğini ortadan kaldırır, dayanaksız durumuna getirir. Direnme, ayakta kalma gücü yok olan duvar bir yerlerinden başlayarak ufalanmaya, erimeye, giderek yıkılmaya başlar. Gerçekte yıkılan duvar değildir: Bir değer bilirliğin, bir düşüncenin, bir umudun son buluşudur. İlgisizliğin, bakımsızlığın, unutulmuşluğun sonun-da kocaman duvar gözden kaybolup gider. Acıdır ki herkesin gözü önünde, duvar ile nem arasındaki savaşta, duvar neme yenik düşer.
Gam da insanı yıkar. Gam, diğer adıyla üzüntü, insanın güven duygu sunu yitirmeye başlamasıyla ortaya çıkar. Gam nemle ya da kanserle özdeştir. Ağır ağır, sessiz, sinsice, içten içe eriten gam, sanki görünmez bir düşman gibidir. Bir hastaya gerekli ilâçlar verilirse, hasta kurtulabilir; fakat "gam" dediğimiz hastalığın ilâcını kim bulacak, o hastalığa yakalananı kim kurtaracak? Kurtulsa bile yitirilen yılları kim geri getirebilecek?
İnsan eliyle, emeğiyle, bilgisiyle yaratılıp anıtlaştıran duvarı nem eninde sonunda yıkar; onun gibi, insanı gam zamanından önce çökertir ve sonunda yıkar.
(S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 320 / 321)
1d. KOMPOZİSYON KONULARINI SINIRLAMA
Çok geniş konular üzerine yazı yazmak ya da konuşma yapmak oldukça zordur. Her şeyden önce geniş konuları aktarmak için geniş zamana ihtiyaç vardır. Onun için yazı yazarken, konuşma yaparken önce, konu sınırlanmalıdır. Amaca uygun sınırlanmış konular üzerinde çalışmalara yoğunluk verilmelidir.
Örnekler:
GENEL KONU : "Roman"
ALT KONULAR :
I. Türk Edebiyatında Roman
A. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında roman
1. Reşat Nuri Güntekin'de Roman
a. "Yeşil Gece" de Roman
1) "Yeşil Gece" Adlı Romanda Tiplerin Tahlili
a) "Yeşil Gece" Adlı Romanda "Şahin Efendi" Tipinin Tahlili
GENEL KONU : "Kültür"
ALT KONULAR :
I. Millî Kültür
A. Türk Töresi
1. Gelenekler
a. Dinî Bayramlar
1) Dinî Bayramlarda "Bayramlaşma" Âdetleri
a) Dinî Bayramlarda Bayram Ziyaretleri
i. Dinî Bayramlarda Büyükleri Ziyaret
GENEL KONU : "Resim"
ALT KONULAR :
I. Resim Eğitimi
A. Ortaokulda Resim Eğitimi
1. Ortaokulda Yağlı Boya Resim Eğitimi
a. Portre Çalışması
1) Çocuk Portre Çalışması
a) Kız Çocuklarının Portre Çalışması
GENEL KONU : "Atatürk"
ALT KONULAR : ?
I. ?
A. ?
1. ?
a. ?
1) ?
a) ?
Yukarıdaki genel konuya uygun alt konuları bularak konu sınırlaması yapınız.
1e. 5 N FORMÜLÜ
Herhangi bir düşünceyi yazılı ya da sözlü olarak ortaya koyabilmek için aşağıdaki soruları dikkatlice kendimize sormalı ve cevaplar aramalıyız:
* NEREDE yazacağım ya da söyleyeceğim ?
* NİÇİN "
* NE "
* NASIL "
* NE ZAMAN "
2. K E L İ M E
Her kelime bir düşünceyi içine alır. Yazılı ve sözlü anlatımda düşüncelerin istenen düzeyde anlatılabilmesi için kelimeleri bulabilmek ve seçebilmek son derece önemlidir. İstenen kelimenin bulunamaması ya da seçilememesi durumunda düşünceler önemini kaybedebilir ya da verilmek istenen mesaj tam anlamıyla aktarılamaz.
Düşüncelerin açık, doğru, mesaj değerinde bir azalma olmadan aktarılabilmesi için uygun kelimeleri bulmak oldukça zordur. Bu yolda başarı kazanabilmenin yolu söz varlığının zenginleştirilmesidir.
Kelimelere hâkim olabilmek, onları anlam ve işlevlerine uygun biçimde kullanabilmek için ana dilin seçkin eserlerinin ve özenle yapılmış çevirilerin ilkokuldan itibaren okunması gerekir.
Kelimelerin bir düşünce ifade etmesi, doğru ve yerinde kullanılmasını zorunlu kılar. Ayrıca, tam olarak kavranamayan kelimelerin sözlüklerden araştırılması ve verilen örneklerin incelenmesi de oldukça yararlıdır.
Anlamlı dil birlikleri olan kelimeler; canlı, cansız, somut, soyut bütün varlıkları, kavramları, hareketleri karşılar. "ki, fakat, ile, da / de, ve, veya" gibi başlı başına anlamı olmayan, fakat cümle kurmaya yarayan dil birlikleri de kelime sayılır.
Kelimeler, yapıları yönünden iki türlüdür:
(a) Türemiş Kelimeler: Kelimeye eklendiğinde anlamını değiştiren, yapım eklerini alarak oluşturulan yeni kelimelere "türemiş kelime" ya da "gövde" denir. Bütün yapım ekleri çıkarıldıktan sonra kalan kelimeye ise "kök" denir.
Türkçede kelimeler üç yolla türetilir:
(a) İsim köklerinden
(b) Fiil köklerinden
(c) Gövdelerden
(2) Birleşik kelimeler: İki ya da daha çok kelimenin aralarına ek giremeyecek kadar kalıplaşıp bitişmesinden oluşan kelimelere "Birleşik Kelime" denir. (E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 194 - 203)
Aşağıda, Ahmet Haşim'den alınan metinde bir uçurtma canlandırılıyor. Kelimelerin seçimindeki başarıya ve bunun sağladığı etkiye dikkat ediniz:
'... Gözler havada, ellerde yumaklar, göklerde renk renk, baş vura vura yükselen, kuyruk ata ata tepe aşağı gelirken tekrar havalanarak hızla doğrulup böbürlene böbürlene bulutlara karışan; kılavuzu kendinden, armudî, dört köşe, beşli, altılı uçurtmalara ne diyeceksiniz ?... Bunlar hem göz hem gönül alır; akıl, fikir dağıtır..."
2a. KELİMELERİN GERÇEK VE MECAZİ ANLAMDA KULLANILMASI
Kelimelerin sözlüklerdeki anlamları sınırlıdır; bu anlamlar da herkes tarafından bilinir.
Mecaz: Kelimelerin gerçek sözlük anlamlarının dışında kullanılması demektir. Sözlükteki anlamlarıyla "sınırlandırılmış" kelimeler, çoğu zaman sınırsız heyecanları, düşünceleri anlatmak için yeterli olmayabilir. Bu nedenle onları bir benzerlik, bir ilgi, dolayısıyla herkesçe bilinen anlam dışında kullanılması, anlatımın mecazlı olduğunu gösterir.
Mecazlar, kelimeyi daha geniş anlamda anlatır, daha zengin bir düşünceyi, heyecanı davet eder. Günlük konuşmalarda “İçime bir ağırlık çöktü.”, “size yük olmak istemem”', “Sizinle konuşunca açıldı” vb. örnek-lerde "ağırlık, yük, açılmak" kelimeleri kendi anlamlarının dışında "rahatsızlık veren, neşelenmek, ferahlamak" anlamlarıyla kullanılmıştır.
"Evin açık duran kapısından bir adam içeriye girdi." cümlesinde, kelimeler genel anlamlarıyla kullanılmıştır.
"Evin açık duran kapısından bir adam gölge gibi kaydı." denildiği zaman mecazî anlamlarıyla kullanılan gölge ve kaydı kelimeleri sayesinde, o kimsenin içeriye yalnızca girdiği değil, nasıl girdiği de anlatılmış olur.
2b. KELİMELERİN KULLANILIŞLARINA GÖRE ÇEŞİTLERİ
(1) Günlük yaşama ilişkin olanlar:
çocuk akıl ceket
ekmek çorap lâmba
ocak kalem pantolon
sevmek rahat bardak vb.
(2) Yazı diline ilişkin olanlar:
Yazı dilindeki kelimelerin büyük bir bölümü günlük dilde bulunmaz. Çeşitli uzmanlık alanlarıyla ilgili, günlük hayatımızda yeri olmayan düşünceleri anlatan bu tür kelimeler, şu şekilde sınıflandırılabilir:
(a) Kullanımdan düşmüş (arkaik) olanlar: Türk yazı dilinin belli bir döneminde kullanılmış olmakla birlikte bugünkü dilde görülmeyen kelimelerdir. Bu tür kelimelerin bir kısmı Türkçe kökenlidir.
çaşıt (casus) âli (yüce, yüksek)
çeri (asker) fırka (tümen)
tamu (cehennem) istihsal (üretim)
ötmek (geçmek) kumandan (komutan)
sü sülemek (asker sevk etmek) vakıa (olgu)
uçmak (cennet) yevm (yevmiye) vb.
(b) Kullanılmakta olanlar:
araç anket
bölük komutanı gramer
dil bilim helikopter
dizi taarruz
toplantı tayin vb.
(c) Yeni olanlar: Bu tür kelimeler, yabancı dillerden alınmış ya da dilin kendi imkânlarıyla türetilmiş olabilir.
ayrım by-pass
birikim check-up
olgu egzoz
süreç frekans
3. C Ü M L E
Etkili Bir Cümle: Düşünce ve gramerce doğru, açık, kelimeler ve noktalama işaretleri yerinde kullanılmış bir cümle iyi sayılmakla birlikte, etkili olmayabilir. Cümlelerin, okuyan ya da dinleyenlerin ilgisini çekmesi, dolayısıyla etkili olması sanıldığı kadar basit değildir.
Etkili bir cümle için, şu dört esas göz önünde tutulmalıdır.
3a. VECİZLİK
Amacın mümkün olduğunca az kelime ile ifadesidir. İfadenin vecizliği, yazanın iyi düşünmesi ve eseri üzerinde çalışması ile mümkündür. Yazı, değişik zamanlarda gözden geçirilirse, fazla kelimelerin çıkarılabileceği görülür.
1. Örnek: "Zevkin bozulması, sanatçının taklitçi olmamak endişesinden doğan aykırı yollar araması ve yeniliksever halkla birlikte yolunu şaşırmasından doğar."
2. Örnek: "Bu durum tam üç saat devam etti. Şoförümüz uykusunu almış olacak ki yola tekrar devama başladık. Sabah olmaya başlamıştı."
3. Örnek: "Birkaç gün önce geldiğim bu şehirde sürekli dolaşıp duruyoruz. Kampa gelen arkadaşlar birbirini çok seviyor ve her tarafta birlikte dolaşıyoruz. Senin de burada olmanı bilsen ne kadar çok istiyor ve seni arıyorum."
İlk örnekte aynı kökten gelen doğan, doğar ve yollar, yolunu kelimeleri tekrar edilmiştir.
İkinci örnekte devam, başlamak, olmak iki kez kullanılmıştır. Ayrıca tam ve tekrar kelimeleri gereksizdir. Üç saat dedikten sonra tam kaydına ihtiyaç yoktur. Yola tekrar devama başladık cümlesindeki tekrar kelimesi fazladır; devam, tekrar düşüncesini de anlatır.
Üçüncü örnekte dolaşıp duruyoruz, senin, seni kelimeleri tekrar edilmiştir. Sürekli kelimesi ise gereksizdir.
İyi ve etkili cümlelerde düşünceleri tam anlamıyla anlatan kelimeler yer alır; karışık, fazla kelimeyle anlatılan düşünceler etkisini yitirir. Yerine göre, düşünceyi kelimelerle uzun cümle hâlinde ya da yerinde kelimeler kullanarak en kısa yoldan ifade etmek daha yararlıdır.
"Şimdilik burada bir pansiyonda kalıyorum. Bursa gerçekten cennet gibi bir yerdir... Doğa güzelliği ve tarihî eserleriyle iftihar edilecek bir yer... Dün, arkadaşlarla Uludağ'a gittik. Çok güzel bir yer... Özellikle havası mükemmel..."
Yukarıdaki cümlede düşünceler karışık ve etkisizdir; ne anlatılmak istendiğinin farkında olunmadığı gibi, yazı herhangi bir düzeltmeden de geçirilmemiştir. Aşağıdaki cümleler ise, etkili ve kısadır :
" ... Ertesi gün konağın tek atlı arabasına hanımefendi, ben, valide bindik. Çarşıya gidildi. Bir şeyler alındı, bir şeyler ısmarlandı. ... Araba, hanımefendiyi konağa bıraktı., sütninemi aldı. Bohçamı, daha birkaç paket de beraberimizde olduğu hâlde, bizi evimize götürdü..." AHMET RASİM, Falaka'dan
Düşünce bakımından güçlü, açık kısa cümlelerle, özlü söz söyleme sanatına İcaz adı verilir. Vecize ve atasözlerinin akılda kalmasının en önemli sebepleri, bu özellikleri taşımasıdır :
Vecize ve Atasözlerine Örnekler:
Ben, askerliğin her şeyden ziyade sanatkârlığını severim.(K. ATATÜRK)
Hayatta en hakikî mürşit ilimdir. (K. ATATÜRK)
Kuvvet birdir ve o milletindir. (K. ATATÜRK)
Türk dili; Türk milletinin kalbidir, zihnidir. (K. ATATÜRK)
Zora dağlar dayanmaz. (Atasözü)
Ak akçe, kara gün içindir. (Atasözü)
3b. KELİMELERİN SIRALANIŞI
"... Gece, her çeşit kuruntuların kafatasımızın kovuklarından çıkıp, hakikat çehreleri takınarak sürü sürü ortaya dağıldıkları, yeri ve göğü tuttukları zamandır..." Ahmet HAŞİM
"... Hele notalar, diyordu, görseniz ne hâlde (Hele notaların ne hâlde olduğunu görseniz diyordu.)
Bilmem bazıları da ötede mi kaldı, konakta mı ? (Bazılarının ötede mi, konakta mı kaldığını bilmiyorum.) ..." Mehmet RAUF
Yukarıdaki düşüncelerin dizilişleri gramer bakımından aynı değildir. İlk cümlede (Özne + tümleç + yüklem) şeklinde kurallı bir diziliş vardır. İkinci örneğin cümlelerinde ise, yüklem ortada kalmıştır.
3c. CÜMLE UZUNLUĞU
Etkili cümlenin kısa ya da uzun olması gerektiği hakkında kesin bir şey söylenemez. Ancak uzun cümleler, kısa cümlelere oranla düşünce bakımından daha zengindir. Cümle, anlatılmak istenilen düşüncenin önemine, genişliğine ve yerine göre uzun ya da kısa olabilir.
Uzun cümleler; genellikle anlaşılması güç, okunuşu sıkıcı ve yorucu olduğundan istenen cümle olamaz. Baştan sona kısa cümlelerle yazılı bir metin de yazıya monotonluk vereceğinden okumayı zevksizleştirir. Sonuç olarak, yerine göre, çeşitliliğe gitmek en doğru yoldur.
(E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 177)
Örneğin, aşağıdaki parçada, evini satmak isteyen tellâla sinirlenen bir kimsenin konuşması canlandırılıyor. Heyecan ve kızgınlık sonucunda söyle-nen bu cümlelerin kısa olması doğaldır:
“...Benden ne istiyorsun? Evimi bana zorla mı sattıracaksın? Sen benim keyfimin kâhyası mısın? Benim işime ne hakla karışıyorsun? İster satarım, ister satmam, sana ne oluyor? Hiç insana zorla evini sat denir mi? Olur şey mi bu? Haydi edebinle çık, git, çekil karşımdan!...” Abdülhak Şinasî HİSAR, Çamlıca'daki Eniştemiz'den
Bu konuda uzun cümleleriyle tanınan Türk roman geleneğinin en usta yazarlarından biri olan Halit Ziya UŞAKLIGİL şöyle diyor :
“...Uzun cümlelere eğilimli olmayan ve onun aleyhinde bulunan kimselerse, bunlar o cümlelerin zorluğundan yılanlar ya da bir uzunluk arasında düşünceleri izleyebilecek kadar dikkatini toplama ve sürdürme yeteneğinden yoksun olanlardır.
Öyle düşünceler vardır ki, bütün ayrıntılarıyla birlikte, ayrı ayrı çözülemeyecek olursa dağılacak, bir inci tespihe benzer; imamesinin etrafında sağlam bir ibrişimle bağlı ve toplu olmaya muhtaçtır. Bu ibrişim, söz dizimidir; onu her el, kopmayacak, incilerini her biri bir tarafa savrulmak tehlikesine metanetle bükmek yeteneğine sahip değildir...”
Halit Ziya UŞAKLIGİL
Arka arkaya gelen hep uzun ya da hep kısa cümleler tekdüzeliği dolayısıyla etkili olamaz. Cümleler, kelime sayısı bakımından farklı olmalıdır. Birbirini izleyen cümleler hem uzun, hem kısa; anlamlarına göre, olumlu, olumsuz, soru vb. türlerde olursa, bu değişiklik ilgiyi çekmeye yarar.
Yazıda bunun için bir kural konulamaz; ancak yazının her sayfasındaki cümlelerin hepsi olumlu ise, bunların birkaçını olumsuz ya da soru cümlesi yapmak daha doğrudur. Eğer, arka arkaya gelen cümlelerin hepsi birleşik ise bunlardan bazılarını basit cümle durumuna getirmek ifadeyi daha etkili kılar. Aynı şekilde, cümlelerin hepsi on, on beş kelime uzunluğunda ise beş altı kelimelik cümleler hâline getirmek de bir etki oluşturabilir.
Kısa cümleleri “ancak, bununla birlikte, fakat...” gibi bağlaçlarla birbirine ekleyerek, uzun cümleler oluşturmak mümkündür. Aşağıdaki parça, dikkatle okunduğunda, cümlelerin uzunluk ve tür bakımından değişik ve etkili olduğu görülebilir :
“... Vapur, limandan biraz açıkta demir atmıştı. Bunun etrafını derhal irili ufaklı bir sürü sandal, motor, mavna sardı. Bunlar içerileri yüz binlerce oğul arısıyla dolu kovanlar gibi vızıltılı, uğultulu idi. Rumca, Fransızca, İngilizce, İtalyanca birtakım sesler ve bazen bunların hepsinin kalıntısı bir Akdeniz lehçesi ile söylenmiş sözler, aralıksız denizden güverteye doğru fışkırıyordu; hatta bunların içinde Türkçe birtakım nidalar bile işitilmeye başladı; çünkü Doktor Hikmet, başında fesiyle güvertenin tenha bir noktasından bu geveze kalabalığa sarkmış bakıyordu; lâkin bütün bu kalabalık içinde yalnız bir nokta, yalnız bir şey Doktor Hikmet'in hayret ve dikkatini çekmişti: Türk bayrağını taşıyan bir sandal ve bunun ortasında koltuğunun altında birtakım paketlerle ayakta duran ve gözlerini bir saniye bile kendisinden ayırmayan bir adam...”
Y. Kadri KARAOSMANOĞLU, Bir Sürgün'den
3d. CÜMLEDE UYUM (âhenk)
Cümlede uyumun ne olduğu tamamıyla tanımlanamaz; ancak bazı cümlelerin ötekilerinden uyumlu olduğunu fark ederiz. Kelimelerin düzeninde, cümle uzunluğunda ve cümle türlerinde değişiklik kadar uyum da cümleyi güzelleştirir, etkili hâle getirir.
Bir yazının uyumlu olduğu, ancak yüksek sesle okunduğu zaman anlaşılır. Kelimelerin, düşünceye uyum sağlayan müzikle ifade eder tarzda seçilmesi, sert ya da yumuşak hecelerden meydana gelen kelimeleri arka arkaya getirmemek, tekrir sanatı uyumu sağlamaya yarar. Tekrir kadar, aynı ya da benzer seslerin tekrarı da uyum meydana getirir. Ara sıra aliterasyon ve asonanstan yararlanmak gerekir. (F. A. TANSEL, İyi ve Doğru Yazma Usûlleri, Cilt: I-II, s. 27 - 51)
Aşağıdaki cümleler, kelimeleri oluşturan seslerin uyumuna göre gü-zeldir. Bu cümleleri yüksek sesle okuyarak, uyumu hissetmeye çalışınız:
"... Mahmur karanfil ! Avucumda kokun değil, koku hâlinde canındır giden... Baharlı vedaını dinleye dinleye menzilime doğru benim giden... Zira ardımızdan başka ellerde ve başka karanfiller geliyor... Solarken sen kokunla feryat etmiyor musun? Bil ki ben de senin açtığın, senin düşeceğin toprağa bağlıyım... Onun güneşi yanaklarımı karartsa, rüzgârı saçlarımı dağıtsa, buzu alnımı dondursa, dikeni elime ve çakılı ayağımı kanatsa da başka âlemde gözüm yok, muradım yok... Bahçeden, coşkunluğu, gölgemi şimşek gibi aydınlatan bülbül!... Canımın sesi, sen olaydın... O ses gibi, ben de ömrümün lezzet demlerini gece gündüz dinmez humma ile anlatıp sonra sükûta varaydım, hicransız sükût..."
Ruşen EŞREF, Damla Damla'dan
Aşağıdaki cümleler her bakımdan etkilidir. Gereksiz kelime kullanılmadığı gibi, kelimelerin sıralanışında, cümle türlerinde değişiklik vardır; uyum sağlanması için aliterasyon, asonans, tekrir ve kelimelerin birbiriyle kaynaşmasından doğan uyumdan da yararlanılmıştır. Metni, bütün bu özellikleri anlamaya ve hissetmeye çalışarak dikkatle okuyunuz.
AĞAÇ
Ağaçların baharda nasıl çalıştığına dikkat ettiniz mi? Bunların hâli, ibret alabilecekler için ne büyük bir derstir. İskelet gibi kupkuru ağaç, bir sabah karşımıza çiçeklerle donanmış, taze bir gelin çehresiyle çıkar. Bu değişim, hiçbir gürültü uyandırmadan, hiçbir suretle göze çarpmadan meydana gelmiştir. Hiçbir insan gözü ağaçta çiçeklerin ne zaman açtığını görmemiştir. Sükût içinde o, şu dallarda hayatı hazırlamış... Dallar sükût içinde çiçek açmış... Gene tam bir sükût içinde yeşil yapraklar, yarın açacak ve öbür gün de renkli yemişler dallardan sarkacak... En hafif rüzgârda en çok gürültü çıkaran, yapraksız kış ağaçlarıdır. En büyük fırtına da bile bahar bahçesinin sallanışında ancak tatlı bir hışırtı duyulur. O ağır sallanış bile yemişler için zarardır. İşler, sükût içinde düşünülür, sükût içinde doğar: Ağaçların yapraklarının yemiş vermesi gibi... Ahmet HAŞİM
Görülüyor ki, bir bakıma cümlenin düzenlenmesi kolay görünse de, aslında çok zordur. Düşüncenin olduğu gibi aktarılması gerekir. Yazar, kendisi için anlaşılan bir şeyin, başkası tarafından anlaşılmayacağı sorununu düşünmek zorundadır.
Düşüncelerimiz sağlam, hayallerimiz canlı olabilir; bunlar, yanlış, karışık ve belirsiz bir ifade ile anlatıldığı takdirde önemini yitirir.
İyi cümle, düşüncelerin her bakımdan doğru ve açık, etkili anlatıldığı cümledir; etki, cümledeki düşünceyi canlandırır, ilgiyi çeker. Gereksiz kelimeler kullanmamak, kelimelerin sıralanışındaki değişiklik, düşüncelerin önem ve özelliklerine göre cümlenin uzun ya da kısa olması, cümlelerin tür bakımından aynı olmaması ve uyum gibi cümleyi etkili kılan özelliklerden yararlanma ihmal edilmemelidir.
4. P A R A G R A F
a. TANIMI
Lâtince kökenli bir kelime olan paragraf, "bölüm" ve "yazı" anlamlarındaki "para" ve "graf" kelimelerinin birleşmesinden oluşur.
Paragraf, aynı düşünceyi anlatan ve birbirine mantıkça bağlı cümle gruplarından oluşan ve ele alınan konuyu aydınlatan bir düşüncenin tam ifadesidir.
Paragraf, bir düşünceyi anlatan cümleler topluluğu, diğer bir deyişle ana düşünceyle bağlantılı cümleler kümesidir. İyi plânlanmış bir yazıda her yardımcı düşünce bir paragrafla işlenir. Bu yardımcı düşünceler; ana düşünceyi açıklayıcı, geliştirici özellikte olmalıdır. Yazıdaki, paragrafların sayısı, ana düşünceyi destekler nitelikte oluşturulan yardımcı düşüncelerin özelliğine göre değişir. (E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 161)
Tek cümleli paragraflar olduğu gibi, daha çok birden fazla cümleli paragraflar yaygındır. Paragrafın uzunluğu ya da kısalığı. içindeki yardımcı düşüncenin önemine, tartışmayı gerektiren bir nitelik taşıyıp taşımamasına 7göre değişir. Eğer, anlatılan bir yardımcı düşünce, tartışmayı gerektiriyorsa, onu belirtecek, açıklayacak olan cümlelerin sayısı artar ve paragraf uzar.
Makale, fıkra, deneme, söyleşi (sohbet), söylev (nutuk), anı vb. kısa boyutlu gazete ve dergi yazılarında bir giriş, birkaç tane gelişme, bir de sonuç paragrafı bulunur.
(K. GARİPOĞLU, Kompozisyon Bilgileri, s. 148/149)
b. PARAGRAFIN ÖZELLİKLERİ
(1) Paragraf bir yazının en büyük birimidir.
(2) Paragraf, konunun ana düşünce ile bağlantılı cümleler topluluğudur.
(3) İyi plânlanmış yazılarda yardımcı düşüncelerin her biri bir paragraf oluşturur. Bu paragraflar da ana düşünce, çeşitli açılardan açıklanır ve geliştirilir.
(4) Paragrafların diğer bir yararı da yazının okunmasında sağladığı kolaylıktır. Paragraf yapılmadan hazırlanmış bir yazının mesajı kolaylıkla algılanamaz. Bununla birlikte paragrafların genellikle yalnızca okunma kolaylığı sağlamak amacıyla yapıldığı da görülür.
(5) Paragraflar, müstakil bir yazı gibi düşünülebilir. Bu nedenle genellikle her bir paragrafta tek bir düşünce ele alınmalı ve tartışılmalıdır.
(6) Uzunca ve paragrafsız düzenlenmiş bir yazı, okuyucuyu dikkat süresinin kısa olması nedeniyle, sıkar. Yazar, bir yandan süreyi, bir yandan okuyucunun genel tavrını göz önünde bulundurarak, vermek istediği mesajın sürekliliğini sağlamak amacıyla paragrafları çok iyi bir şekilde düzenlemelidir.
(7) Paragraflar; yazının ana düşüncesiyle bağlantılı bir eksen üzerin-de kurulur. Bu, bir yandan paragraf içindeki, bir yandan da paragraflar arasındaki tutarlılığı sağlar. Doğal olarak yazı, konu dışına çıkılmadan bir bütünlük içinde sunulmuş olur.
(8) Ana düşünce; genellikle paragraf başında bulunmakla birlikte, ortada ya da sonda da yer alabilir.
c. PARAGRAFTA BİÇİM
(1) Her paragrafın ilk cümlesi, diğer satırlara göre içeriden başlatılır. Bu, hem yazana hem okuyana, düşüncelerin ayrıldığı bölümleri gösterdiği için yararlıdır.
(2) Karşılıklı konuşmalarda kişiler değiştikçe satır başı yapılmalıdır.
(3) Paragraflar, diğer satırların beş karakter sağından başlar. Son dönemlerde paragraflara beş karakter içeriden başlamak yerine, diğer paragrafla arasına bir aralık boşluk verilerek düzenleme yaygınlaşmıştır.
(4) Yazının bütünü göz önünde tutulduğunda paragraf, giriş, gelişme ve sonuç paragrafı olmak üzere üçe ayrılabilir.
(5) Âdeta bağımsız bir yazı niteliği yaşayan paragraflar da aynı şekilde giriş, gelişme ve sonuç cümlelerinden oluşur.
(6) "Giriş" cümlelerinde paragrafın konusu, amacı vb. hususlarda açıklamalar yapılır. "Gelişme" cümlelerinde de düşünceler ve duygular giriş cümlesine bağlı olarak açıklanır, geliştirilir. "Sonuç" cümlesinde ise, ana düşünce kısaca hatırlatılır. Aktarılmak istenen mesaj; en etkili biçimde, son kez vurgulanır.
Örnek:
Giriş cümlesi: “Sanatçı, doğayı kendi sanat anlayışıyla yeniden yaratır.
Gelişme cümleleri: Taş taştır; ama Rodin'de heykeldir. Renk renktir, doğada da uyumlu bir biçimde vardır; ama Van Gogh'ta renk, resimdir. Ses, tüm doğada kesintisiz olarak vardır; ama ses, Beethoven'de müziktir.
Sonuç cümlesi: Bu bakımdan her kalıcı eserin; yaratıldığı çağa ayna tuttuğu söylenebilir.”
(Geniş bilgi için bakınız: F. A. TANSEL, İyi ve Doğru Yazma Usûlleri, Cilt: I -II, s. 27 - 51)
1. KOMPOZİSYON KAVRAMININ TANIMI VE ÇEŞİTLERİ
TANIMI: Farklı parçaları, uyumlu ve düzenli şekilde bir araya getirmeye Kompozisyon denir. Fransızca kökenli bir kelime olup, düzenleme anlamındadır. Kompozisyon kelimesini, genel anlamı içinde değerlendirecek olursak, yaşadığımız dünya ve evrenin kendisi de bir kompozisyondur.
Bir mimarî eser nasıl meydana gelir? Mimar ve mühendisler, binanın kâğıt üzerinde projesini hazırlar. Elektrikçi, elektrik kablolarını döşer. Duvar ustası duvarını belli ölçüler doğrultusunda örer. İşçiler harcını kararınca karar... vb. Bütün bu çalışmaların sonunda bir mimarî eser ortaya çıkar.
Farklı iş kollarında çalışan insanlar uyumlu bir tekilde bir araya gelerek eseri oluştururlar. Eğer, düzenli bir çalışma olmazsa, düzenli bir eser da ortaya çıkmaz. Konuyla ilgili daha çok örnek vermek mümkündür. İnsan hayatının kendisinde de bir kompozisyon vardır. Sabah belli saatlerde kalkılır, el ve yüz yıkanır, kahvaltı yapılır, okula ya da işe gidilir, öğle ve akşam yemekleri yenir, uyunur... vb. İnsan, günlük işlerinde bir düzenleme yapmazsa mutlu ve başarılı da olamaz. Her sanat dalında ayrı bir kompozisyon görülmektedir. Müzikte beste düzenleyenlere "Kompozitör" denilmesi de buradan kaynaklanmaktadır.
Dilde kompozisyon ise;
İnsanların duygu, düşünce ve hayallerinin, belli bir ahenk içinde yazılı ya da sözlü olarak etkili bir biçimde yansıtılmasıdır. Pek çok insan yazı yazar. Ama, kompozisyon kurallarına uygun yazı yazan pek azdır. Herkes konuşma yapar. Ama, kompozisyon kurallarına uygun konuşma yapan pek azdır. İnsan, yazı yazma ve konuşmada düzenleme yapabildiği takdirde başarılı olmayı da yakalar.
İki türlü kompozisyon vardır:
a. Yazılı Kompozisyon
b. Sözlü Kompozisyon
a. YAZILI KOMPOZİSYON
İyi ve güzel yazabilmek sabır ve titizlik ister. İnsan, iyi yazmayı çabuk yazmakla öğrenemez. Aksine, iyi yazarak, çabuk yazmayı öğrenir. Bunun için yazılı anlatımda başarılı olabilmek, yazılı kompozisyon ilkelerini bilmek ve bunları yazma çalışmaları ile geliştirmek gerekir.
İyi yazı yazmak; "İyi düşünmek, doğru duymak, uygun anlatmak, aynı zamanda düşünce, ruh ve beğeni (zevk) sahibi olmak" demektir. İyi ve başarılı yazı yazabilmek için önce, doğru düşünmek ve duymak, sonra da en iyi biçimde bunları anlatabilmek gerekir. Yani, "yazmadan önce, düşünmeyi öğrenmek" başta gelen özelliktir.
Güzel yazmak bir sanattır. Özel bir yetenek ister. Örneğin; şiir, hikâye, roman yazmak... Fakat, iyi ve doğru yazmak ise, yeteneğe bağlı değildir. Yazma zevk ve alışkanlığına sahip olan, yazma tekniğini ve dil kurallarını bilen, plân ve paragrafların oluşmasıyla ilgili gerekli deneyimi bulunan herkes, zamanla başarıya ulaşır. İyi yazmak, kolay bir iş değildir. Kişinin kendini yetiştirmesi, geliştirmesi ve düzeltmesi gerekir. (E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 114 - 116)
Yazıda, iki türlü ifade şekli vardır:
(1) Nazım: Nesirden farklı olarak, genellikle ölçülü, kafiyeli dizelerden oluşan ifade şeklidir. Nazımla oluşmuş eserlere Manzume adı verilir. Her manzume, şiir değildir.
ŞİİR: Duygu, düşünce ve hayallerin nazım yoluyla ahenkli ve etkili olarak anlatıldığı kompozisyon türüdür (edebî türdür).
Şiir yazabilmek için şu özelliklerin bulunması gerekmektedir:
(a) Şiir yazacak kişi, her şeyden önce büyük bir bilgi birikimine sahip olmalıdır. Bu bilgileri kendi arasında sınıflandıracak olursak şunlar ortaya çıkmaktadır:
(ı) İçinde yaşamış olduğu toplumun genel yapısını, geçmişini, gelenek ve göreneklerini, kutsal bildiği değerleri iyi bilmelidir. Şiirinde, bu değerlere ters düşecek ifadelerden uzak durmalıdır.
(ıı) Dil bilgisi, imlâ (yazım) kuralları ve noktalama işaretlerini hem teoride, hem de uygulamada iyi bilmelidir.
(ııı) Zengin kelime hazinesine sahip olmalıdır. Kültür dilinde bulunan kelimeleri, şiirde kullanmasa da okuyup anlayabilecek düzeyde bilmelidir. Yani, kültür dili bilincine sahip olmalıdır.
(ıv) Şiirinde kullanacağı kelimeleri seçerken; yaşayan, anlaşılan kelimeler olmasına dikkat etmelidir.
(b) Şiir yazacak kişi, üstün bir deneyime sahip olmalıdır. Bu nedenle, başka şairlerin şiirleri çok okunmalı; şiir yazma denemesi çok yapılmalıdır. Yazdıkça, daha güzel şiirlerin oluşacağı unutulmamalıdır.
(c) Şiirin üç önemli unsuru vardır: "Duygu, düşünce ve hayal". Şair, bunlardan birini ön plâna çıkarabilir.
Düşünceyi ön plâna çıkaran şairlerde, ideolojik endişeler önemlidir. (Örnek: Tevfik Fikret, Ziya Gökalp, Mehmet Âkif ERSOY, Nazım Hikmet, Necip Fazıl KISAKÜREK vb.)
Duygu ve hayali ön plâna çıkaranlarda ise estetik yapı (güzellik) önemlidir. (Örnek: Cenap Şahabettin, Ahmet Haşim vb.)
Bazen de duygu ve hayal coşkunluğu içinde düşünceyi uyumlu bir şekilde öne çıkaran şairler görülmektedir. (Örnek: Yahya Kemal BEYATLI vb.)
Şiir yazacak kişi, bu ana unsurlardan hangisine ve nasıl önem vereceğini iyi bilmelidir. Ayrıca, düşüncenin çok açık olduğu (sırıttığı) şiirlerin herkes tarafından her çağda tutulmayacağına dikkat edilmelidir.
(d) Bunların ötesinde, şiir yazmanın bir yetenek olduğu unutulma-malıdır.
NOT: Şiir örnekleri için "Metinler" başlıklı bölümü inceleyiniz.
(2) Nesir (düz yazı): Roman, hikâye, makale, fıkra, deneme, söyleşi (sohbet), görüşme (mülâkat), mektup, dilekçe, eleştiri (tenkit), anı (hatıra), biyografi, gezi yazısı, röportaj, inceleme, rapor, atasözü, vecize vb. türler bu gruba girmektedir.
b. SÖZLÜ KOMPOZİSYON
Nutuk, konferans, açık oturum, münazara, tartışma, ders anlatma vb. sözlü kompozisyon türleri, "Sözlü Anlatım" ünitesinde açıklanacaktır.
c. İYİ VE ETKİLİ YAZABİLMEK VE KONUŞABİLMEK İÇİN GEREKLİ ÖZELLİKLER
(1) Gözlem yapmak
(2) Düşünmek
(3) Okumak
(4) Ana dili iyi kullanmak
(Z. KORKMAZ - A. B. ERCİLASUN - İ. PARLATIR ve diğerleri; Türk Dili ve Kompozisyon Bilgileri, s. 183/184)
(1) Gözlem Yapmak:
İyi ve güzel bir yazı yazabilmek ve etkili konuşabilmek için her şeyden önce iyi bir gözlemci olmak gerekir.
Gözlem; bakmak değil görmek, doğanın canlı cansız bütün unsurlarını, ayrıntılarıyla görmek demektir. Gözlem; doğru görmeyi, doğru tanımayı öğretir. (E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 118)
Bir şeyi iyi anlayabilmek için onun kendi kendine ortaya çıkan türlü belirtilerini gözden geçirmek işine "Gözlem" denir. Gördüklerimizi anlamak ya da anlatmak için gözlem yapılır.
(S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 99)
İnsanların çoğu, kendilerinin iyi birer gözlemci olduğunu söylemelerine karşın, iyi yazı yazamaz ya da etkili konuşma yapamaz. Öz eleştiri yapıldığı takdirde görülecek ki, insanlar; başta aile olmak üzere, çevre, okul ve en yakın arkadaşları hakkında ayrıntılı bilgilere sahip değildir. Oysaki, önceden derinlemesine yapılan gözlemler, çevre ve kişilerle uyumu kolaylaştıracak, iletişimi hızlandıracaktır.
Bir dilencinin sokak aralarında, dolmuş kuyruklarında dilenmesini; hele hele dilenmekten utanan yoksul insanların toplumla ilişkilerini, ruh hâllerini gözlem yapmayan bir insan, nasıl "yoksulluk" konusunda yazı yazabilir, konuşma yapabilir?
Öyleyse, hangi konuda yazı yazmak, konuşma yapmak istiyorsak; o konuyla ilgili önceden gözlemlere sahip olmalıyız. Bu düşüncelerden hareketle; siz de, ailenizi, çevrenizi, öğretmenlerinizi, arkadaşlarınızı kolay iletişim ve başarılı olmak için mutlaka gözlem yapmalısınız.
(2) Düşünmek (fikretmek = tefekkür):
İyi ve güzel yazı yazmak, etkili konuşmak için gerekli olan özelliklerden biri de "düşün-mek" tir.
Yazı yazmanın temelinde düşünme yatar. Okuduğumuz bir eser ya da parça, kafamızda birçok düşünceler yaratır. Dış dünyamızda gördüğümüz canlı ve cansız bütün unsurlar, kafamızda birtakım düşünceleri ve hayalleri canlandırır. Görülen, duyulan, okunan, incelenen somut ve soyut bütün kavramların bağlantıları, düşünce içerisine girer. Düşüncelerimizi açık, ilgi çekici, canlı bir biçimde ortaya koymalıyız. Düşünme, iç gözlem ile elde edilir. Gözlem; dışarıyı görmek, düşünme ise içimizi incelemek ve görmek demektir. (E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 130)
Doğal olarak, bütün insanlar düşünceye sahiptir. Ama, düşünceden düşünceye fark vardır. Düşünce ile plân (tasarı) arasında sağlam bir bağ kurulmalıdır. İnsan, yaşamış olduğu ortam gereği; kişi, çevre, toplum, konu, olay vb. kavram ya da faaliyetlerde sağlıklı ve plânlı düşünmek zorundadır. Düşüncelerdeki dağınıklık ve plânsızlık, insanın çevreyle ve olaylarla bağlantısını bozar, uyumunu engeller. Bu durumda ise mutsuz ve başarısız bir kişilik ortaya çıkar.
Sağlıklı düşünemeyen, düşüncelerinde plân yapamayan bir insan, nasıl iyi ve güzel yazı yazsın? Nasıl etkili konuşma yapsın? Öyleyse, bir konu ya da olay hakkında yazı yazmadan, konuşma yapmadan önce mutlaka düşünmeliyiz. Yazacağımız ya da konuşacağımız duygu ve düşüncelerimizle ilgili, ayrıca bir plân yapmalıyız.
(3) Okumak:
"Ben aydınım" diyebilen bir insan; en az günde bir gazete, haftada bir dergi, ayda bir kitap okumak zorundadır. Düzenli olarak ayda bir kitap okuyan birisi elli yılda altı yüz kitap okur. İnsanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar yazılmış milyonlarca kitap içinde altı yüz kitabın önemi ne kadardır?
Her çeşit kitabı düzenli aralıklarla okuyanlarla, hayatında eline hiç kitap almamışlar arasındaki fark; beyaz renkle siyah rengin arasındaki fark gibidir. Birisi bilim ve aydınlık, diğeri ise cehalet ve karanlıktır.
Her şeyden önce, okumayan insanın kelime hazinesi gelişmez. Bu durumda sınırlı sayıda kelimelerle hangi duygu ve düşünceler etkili bir şekilde anlatılsın?
Yazarlar, şairler ve sanatkârların düşüncelerini daha iyi anlayabiliyoruz. Çünkü, kelime hazineleri büyük. Çünkü, onlar okumaya önem veren, okumanın insan için bir üstünlük olduğunu kavrayan kişilerdir. Bilgili ve bilinçli aydın olabilmenin yegâne yöntemi okumak, çok okumaktır.
Doğal olarak, yazılı ve sözlü kompozisyonda başarının önemli sırlarından birinin de düzenli okumak olduğunu unutmamak gerekir.
(4) Ana Dili İyi Kullanmak:
Günümüzde, insanların çoğunun dört yüz - beş yüz kelimeyle konuşup anlaştığı bir gerçektir. Aydınların pek çoğu ise ortalama üç bin - beş bin kelimeye işleklik verebilmektedir. Bu durum, ana dilini iyi kullanmakla ilgili önemli bir toplumsal kusur olarak görülmektedir. Çünkü, toplumun yönlendirici ve yöneticisi durumundaki aydınlar, en az on beş bin - yirmi bin kelimeye işleklik kazandırmak zorundadır.
Bu gerçekler ışığında; etkili ve güzel yazı yazmak ve konuşmak için ana dili iyi bilmek gerekir. Bu ise, dil bilgisi kurallarının ve anlatım bozukluklarının bilinmesini zorunlu kılar.
Gözleme değer veren, plânlı düşünen, sağlıklı okuyan ve ana dilini iyi kullanan insan; üstün bir ifade yeteneğine sahip olur. Bu dört önemli özellik, birbirleriyle yakından ilgilidir. Birinin yokluğu, diğerlerinin yokluğuna yol açar. Bu nedenle, dört özelliğe de aynı şekilde önem verilmelidir.
2. YAZILI KOMPOZİSYON TÜRLERİ
MEKTUP
DİLEKÇE
FIKRA
MAKALE
DENEME
ELEŞTİRİ (TENKİT)
ANI (HATIRA)
BİYOGRAFİ (HAYAT HİKÂYESİ)
GEZİ YAZISI (SEYAHATNAME)
SÖYLEŞİ (SOHBET)
SÖYLEV (NUTUK)
RAPOR
ROMAN
HİKÂYE
TİYATRO
RÖPORTAJ
a. MEKTUP
Uzakta bulunan herhangi dosta, arkadaşa gönderilen ya da kamu kuruluşları arasında haberleşmeyi sağlayan bir yazı türüdür. Mektuplarda dilek ve arzu bildiren duygu ve düşüncelere yer verilir.
Mektupta kullanılacak anlatım, bunu okuyacak kişinin kültür düzeyine göre ayarlanır. Arkadaşa yazılacak bir mektupta kullanılacak dil, büyüğe yazılacak mektuptaki dilden elbette farklı olmalıdır. (E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 255)
Edebiyatımızda mektup türü, Tanzimat Edebiyatı döneminde gelişmeye başlar. Özellikle Abdülhak Hamit TARHAN ile Namık Kemal'in birbirlerine yazdıkları mektuplar, bu gelişmenin önemli ve tipik örnekleridir. Bilim, edebiyat ve siyaset adamlarının mektupları, ayrıca çağının özelliklerini yansıttığı için, birer "belge" niteliği de taşırlar. (H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 513)
Mektuplar, dört grupta sınıflanmaktadır:
(1) Özel Mektuplar
(2) Edebî Mektuplar
(3) Resmî ve İş Mektupları
(4) Açık Mektuplar
(1) Özel Mektuplar
Akraba ve dost gibi yakın çevredeki insanlara yazılan mektup çeşididir. Bu tür mektuplarda doğal ve samimi anlatım ön plândadır. Sanatçı ve edebiyatçıların, daha çok genel konular üzerinde yazdıkları özel mektuplara "edebî mektup" da denmektedir.
Özel mektupları yazarken dikkat edilecek özellikler şunlardır:
(a) Mektup yazılacak kâğıt, şekil yönünden düzenli ve temiz olmalıdır.
(b) Mektup, mürekkepli ya da tükenmez siyah renkli kalemle yazılmalıdır.
(c) Mektubun sağ üst köşesine "tarih", yanına da yazıldığı "yerin adı" konmalıdır.
(d) Mektubu göndereceğimiz kişinin genel özelliklerine göre (yaşı, kültür düzeyi, yakınlık derecesi vb.) "hitap cümlesi" bulunmalıdır.
(e) Mektubun sağ alt köşesine "ad-soyad" yazılmalı ve "imza" atılmalıdır.
(f) Mektubun sol alt köşesine "adres" yazılmalıdır.
(E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 255/256)
(S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 138/139)
(H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 513 - 522)
(2) Edebî Mektuplar:
Edebî mektuplar; yazarları, içerikleri ve ifade şekilleri ile özel mektuplar içinde ayrı yer tutar ve ayrı şekilde ele alınırlar. Edebî mektuplarda, mektubun yazıldığı dönemin edebiyat ve düşünce olayları yer alır. Yazar, karşısındakine öğüt verir, yol gösterir. Eski dönemlerde, bu tür kişisel edebî mektuplar, "Mektûbât = Mektuplar" adı altında toplanır ve geniş kitlelerin de okuyabilmesi için yayımlanırdı.
Düşünce ve edebiyat alanındaki görüşleri sergilemeleri bakımından mektupları yayımlanan yazar ve şairlerimizden bazıları şunlardır:
Ali Şir Nevaî (XV. yy.)
Kınalızade Ali (XVI. Yy.)
Veysî (XVII. yy.)
Ragıp Paşa (XVIII. yy.)
Namık Kemal (XIX.yy.)
Ahmet Hamdi Tanpınar (XX. yy.)
Ayrıca mektup tarzında eleştiri, seyahatname, roman, hikâye, şiir gibi yazılı kompozisyon türlerinin (edebî türler) de yazıldığı görülmektedir.
(3) Resmî ve İş Mektupları:
(a) Resmî Mektuplar:
Resmî dairelerin ve tüzel kişilik taşıyan kuruluşların birbirlerine yazdıkları resmî yazılarla; bunların, vatandaşların başvurularına verdikleri yazılı cevaplara denir. İş mektuplarına benzerler.
Bu mektupların hitap başlığı, yazılan dairenin ya da tüzel kişilik sahibi kuruluşun kanun ve tüzüklerdeki tam adıdır. Bu mektuplarda tarih ile birlikte mektubun sıra numarası ve konusu belirtilir. Mektup, cevap mahiyetinde ise "ilgi" hanesine cevabı olduğu mektubun sayı ve tarihi, "konu" hanesine de kısaca amaç yazılır. Bu yapıldıktan sonra iki ya da üç satır aralığı bırakılarak mektup yazılır.
Resmî mektuplarda açık, kesin, anlaşılır bir dil kullanılır. Mektubun sonu, alt makama yazılıyorsa "... rica ederim.", üst makama yazılıyorsa "... arz ederim." şeklinde biter. Mektup metninin sağ altında ise mektubu yazanın makamı, adı ve soyadı ile imzası bulunur.
(b) İş Mektupları:
Özel kişilerle iş kurumları ve iş kurumlarının kendi arasında, işle ilgili olarak yazılan mektuplara denir. Bu mektuplarda konusu ne olursa olsun bir iş ya da hizmet söz konusudur. Bu bir sipariş, satış, şikâyet, borç alıp verme isteği, tavsiye ya da bilgi isteme olabilir.
İş mektuplarını, konularına göre altı başlık altında inceleyebiliriz:
Sipariş mektupları
Satış mektupları
Şikâyet mektupları
Alacak mektupları
Tavsiye mektupları
Başvuru mektupları vb.
İş mektuplarına, kendisine mektup yazılan kişi ya da kurumun ad ve adresi ile başlanır. Kâğıdın sağ tarafına tarih yazılır. Adres ve tarihten sonra uygun bir aralık bırakılır, paragraf yapılarak doğrudan istek yazılır. Son bölüme saygı ifade eden bir söz eklenerek mektup bitirilir. Mektup metninin sağ altında mektubu yazanın adı ve soyadı ile imzası yer alır.
İş mektuplarında şekil birliğini sağlamak için, son zamanlarda satır başı yapılmamakta, satır başları, satır aralıkları daha da açılarak gösterilmektedir. Böylece yazı, sol ve sağ yanlardan bir blok hâlinde ve aynı ölçüler içinde kalmaktadır.
Resmî ve iş mektuplarında dikkat edilecek özellikler şunlardır:
(ı) Mektup yazılacak kâğıt şekil yönünden düzenli ve temiz olmalıdır.
(ıı) Bu tür mektuplar, mümkünse daktilo ya da bilgisayarla yazılmalıdır. Mümkün değilse, özel mektuplarda olduğu gibi siyah mürekkep ya da tükenmez kalemle yazılmalıdır.
(ııı) Resmî mektuplarda yazının çıktığı kurumun adı, kâğıdın üstüne ortalanarak büyük harflerle yazılmalıdır.
(ıv) Kâğıdın sağ üst köşesine tarih yazılmalıdır.
(v) Mektubun gideceği makamın adı ve yeri ise kağıdın orta üst yerine ortalanarak yazılmalıdır.
(vı) Yazı metnine başlamadan hangi tarih ve sayılı yazının cevabı olduğu yazılmalıdır.
(vıı) Mektubun giriş paragrafında sorun ya da konu kısaca belirtilmelidir. Gelişme paragraflarında ise konu ve sorun açılmalıdır. Sonuçta ise, arz / rica ifadelerine yer verilmelidir.
(E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 256)
(S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 139/140)
(H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 518)
(4) Açık Mektup:
Her hangi bir düşünceyi, görüşü açıklamak, bir tezi savunmak için bir devlet yetkilisine ya da halka hitaben, bir kişi ya da kurum tarafından yazılan, gazete, dergi aracılığı ile yayımlanan mektuplardır.
Açık mektuplarda sadece yazanı değil, geniş kitleleri ilgilendiren önemli konular ele alınır.
Açık mektubun türü; makale, fıkra, inceleme yazılarından birine uygun olabilir. Açık mektup örneklerine zaman zaman gazete ve sanat dergilerinde rastlanmaktadır.
(S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 141)
(H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 520-522)
b. DİLEKÇE
Dilekçeler bir iş mektubu olarak da kabul edilebilir. Bir dileği, isteği, ihbar ve şikâyeti bildirmek üzere ya da her hangi bir konuda soru sormak için resmî, özel kurum ve kuruluşlara, gerçek ya da tüzel kişilere yazılan imzalı ve adresli bir çeşit iş mektubudur.
Dilekçeler genellikle çizgisiz ve beyaz dosya kâğıdına dolma kalemle ya da daktilo / bilgisayarla yazılır. Kâğıdın üstünde üç, solunda üç, sağında bir santimetre boşluk bırakılır. (S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 140)
Dilekçeler, ana hatlarıyla dört kısımdan ibarettir:
Hitap: Dilekçeye gönderilen makamın adı ve yeri yazılarak başlanır. Hitaptaki kelimelerin tamamı ya da ilk harfleri büyük yazılır.
Dilekçe Metni: İş mektuplarında olduğu gibi dilekçelerde de anlatılmak istenen ifadenin açık, anlaşılır, kesin, net ve öz olması gerekir. Yanlış anlaşılmalara meydan verilmemelidir. İfadeler bitirildikten sonra dilekçe, "... arz ederim" cümlesi ile bitirilmelidir.
Tarih ve İmza: İmzasız dilekçeler dikkate alınmadığı için dilekçe metninin biraz altında kâğıdın sağ alt tarafında tarih ve imzanın mutlaka bulunması gerekir. Tarih kısmı, kâğıdın sağ üst köşesinde de bulunabilir.
Gönderenin Adresi: Adres; tarih ve imza kısmından biraz aşağıda kâğıdın sol alt kısmına yazılmalıdır. Adresin ilk satırında ad ve soyad, ikinci satırında cadde, sokak ve apartman numarası yer alır. Üçüncü satırda ise ilçe ve ilin adı bulunur. Dilekçeye eklenmiş belge var ise adres kısmının altına EK ya da EKLER başlığı açılır ve belgelerin adları yazılır.
(F. A. TANSEL, İyi ve Doğru Yazma Usûlleri, Cilt: I-II, s. 241/242)
(H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 513 - 522)
c. FIKRA
Fıkra (Anekdot): Belli bir amacı, savunulan bir düşünceyi ele alan ve bunu en kısa yoldan anlatan, mizah ve hiciv unsurlarını da içinde barındıran sözlü ya da yazılı hikâyelerdir.
Bu özlü hikâyeler tek başına olabildiği gibi, sözün gelişine uygun her hangi bir yazı içinde de düşünceyi daha çekici hâlde ifade etmek amacıyla kullanılır.
Bir yazarın günlük olaylara ya da ülke ve toplum sorunlarına ait her hangi bir konu üzerinde kişisel görüş ve düşüncelerini, akıcı bir dille anlatan düz yazılara Fıkra denir. (K.GARİPOĞLU, Kompozisyon Bilgileri, s.239)
Fıkraların başlıca özellikleri; hareketli, ilgi çekici olması, savunulan bir düşünceyi içine almasından başka bir devrin, bir insanın, belli bir zamanın ya da sınıfın özelliklerini, siyasî, sosyal vb. günlük her türlü olay ve sorunları canlandırmasıdır.
Türk edebiyatında fıkra, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ilk gazetelerle (İlk özel gazete 1860 yılında yayın hayatına giren "Tercüman-ı Ahvâl" dir.) birlikte görüldü. Başlangıçta sadece siyasî ve sosyal konular etrafında yazılan fıkralar, zaman içinde sınırlarını genişletmiş, bugün sanattan spora, ekonomiden siyasete kadar toplumun günlük bütün sorunlarını kuşatmıştır.
Fıkralar:
(1) Gazete fıkraları,
(2) Küçük hikâye niteliğindeki nükteli ve güldürü fıkraları, olmak üzere iki türlüdür.
(1) Gazete fıkraları:
Genellikle, günlük gazetelerin belirli köşelerinde yayımlanan bu tür fıkralarda ortaya konan sorunlar kısa, yalın ve akıcı bir üslûpla anlatılır. Okuyucunun ilgisini sürekli olarak canlı tutabilmek için, fıkra yazarlarının konularında tekrarlara düşmemesi, kapsamlı bir kavrayış gücüne, derin bir kültür zenginliğine ve geçmişle günlük olayları kaynaştırabilme ustalığına sahip olması gerekir.
Basit, bazen sözü edilmeyen bir mekân, anlamlı bir düşünce, karakteri canlandıracak kısa ve hareketli bir konuşma, dikkati çeken bir olay, fıkralar için yeterli malzemedir. Bugün için artık, gazete fıkra yazarlarının, istatistikî bilgilere de yer vererek, bilimsel bir yöntemle çalıştıklarını görüyoruz.
Fıkra yazarken şu özelliklere dikkat etmek gerekir:
(1) Konu; okuyucunun duygu, düşünce ve zekâsını okşayan günlük olaylardan (= aktüaliteden) seçilmelidir.
(2) Yazının plânı hazırlanmalıdır.
(3) Gerekiyorsa, başkalarına ait deyişler saptanmalıdır.
(4) Anlatımın açık, fakat ustalıklı olmasına dikkat edilmelidir.
(5) Yazı, gereksiz yere uzatılmamalı; elden geldiğince kısa tutulmalıdır.
(K. GARİPOĞLU, Kompozisyon Bilgileri, s. 240)
(H.F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 499)
(E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 546-549)
Makale ile gazete fıkra yazıları arasındaki en önemli fark:
Makale; daha uzun yazılır, kesin bir yargı ve kanıtlamaya gider. Buna karşılık, fıkra; kısa, etkili ve dokunaklı bir sonuca varmak amacını güder.
Gazete ve dergilerin fıkra yazarları; günlük olayları, özel bir görüşle inceleyip eleştirerek ya ciddî ya da güldürücü bir dille, sohbet biçiminde okuyucularına düşüncelerini aktarırlar.
Gazete ve dergi fıkralarında plân:
Fıkrada da tıpkı makaledeki gibi,
(a) Giriş : Davayı ortaya koyma,
(b) Gelişme: Konuyu açma ve çeşitli örneklerle açıklama,
(c) Sonuç : Olumlu ya da olumsuz bir sonuca bağlama bölümleri yer alır. Fıkra; kısa ve öz yazıldığından yargılamaya, ispatlamaya ve ayrıntılara girilmez.
Kısa, özlü, içinde derin anlamlar taşıyan bir fıkra yazabilmek ve bunu zevkle okutabilmek için yazarın, konuyu iyi kavrayıp ilginç noktaları gösterebilmesi, gereksiz sözlere yer vermemesi, duygu ve düşüncelerini inandırıcı, etkileyici ve akıcı bir dille anlatabilmesi gerekmektedir.
(2) Küçük hikâye niteliğindeki nükteli ve güldürü fıkraları:
Nasrettin Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa ve Bektaşî fıkraları bu türdendir. Tanınmış kişileri ya da hayvanları ele alıp, bir hikâye tarzında, kısa ve öz olarak, ince zekâ oyunları taşıyan nükteli bir dille, sohbet biçiminde, bir sonuca bağlanarak yazılan yazılardır, diyebiliriz.
Fıkraların konularını, o çevrenin dikkatini çeken, iz bırakan sorunlar, olaylar, hareketler, sözler ve kişilik özellikleri oluşturur. Bu tür fıkralar, önce ağızdan ağza dolaşır; sonra bazı yazarlar tarafından çeşitli münasebetlerle yazıya geçirilir. Ayrıca bunlar, gerçeğe dayandığı için, araştırmalarda kaynak olarak da kullanılır.
ç. MAKALE
Makale: Her hangi bir konuda bilgi vermek, bir sorun ya da konuya açıklık getirmek, yeni bir görüş ve düşünceyi ileri sürmek, ele alınan konu üzerinde yapılan inceleme ve araştırma sonuçlarına göre deliller göstererek, bu yeni görüş ve düşünceleri desteklemek ve doğruluğunu ispatlamak amacıyla yazılan bilimsel (ilmî) gazete ve dergi yazılarıdır.
Gazete makaleleri günlük olaylara, dergi makaleleri ise akademik konulara dayanır. Makale, gazetenin ilk sayfasının birinci sütununda yayımlanmışsa "başmakale" ya da "başyazı", yazarlarına da "başmuharrir" ya da "başyazar" denir. (K. GARİPOĞLU, Kompozisyon Bilgileri, s. 240)
Makaleyi okutacak en önemli ögelerin başında, seçilen başlık ve giriş bölümünde konunun takdimi gelir. Makale yazarı; ele almış olduğu konuyu, her yönü ile açıklamak, inandırıcı olmak ve düşüncelerini benimsetebilmek için, araştırmak ve anlatımını belli bir plân dahilinde ortaya koymak zorundadır.
Makalede temel öge, düşüncedir. Makale; bir düşünceyi, bir görüşü, bir amacı, bir gerçeği geniş halk kitlelerine sunarken yol gösterici, inanç verici, görev ve sorumluluk duygusunu aşılayıcı özellikleri de taşımalıdır. Toplumun bozuk düzeni, iş ve yönetimindeki aksaklıkları, düşünce, sanat ve uygarlık alanındaki gerilik ve eksiklikleri ve bütün bunların giderilmesi için gerekli çareler; makalelerde anlatılır. Bu nedenle, makale yazarı; her şeyden önce çok zengin bir bilgi birimine sahip olmalıdır. (E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 232)
Makale yazarken şu özelliklere dikkat etmek gerekir:
(1) Konu; toplumun tamamını ya da bir kesitini ilgilendiren sorunlardan seçilmelidir.
(2) Makale yazarının ele aldığı konu hakkında, derinlemesine bir bilgi ve kültür birikimi olmalıdır.
(3) Seçilen konu üzerinde, makale yazarının görüş ve düşünceleri belirtilmelidir.
(4) Bu görüş ve düşünceler, birtakım belgelerle ispatlanmalıdır.
(5) Ortaya konacak belgeler, her türlü karşı çıkmaları etkisiz bırakacak nitelik taşımalıdır.
(6) Öne sürülen kişisel düşünceler, aynı doğrultuda düşünenleri sarabilmeli; aksini düşünenleri de kendi doğrultusuna çekebilecek güçte olmalıdır.
(7) Anlatım; sade, duru, açık ve sağlam olmalıdır. Sanatlı, süslü ve anlaşılmaz anlatımdan uzak durmalıdır.
(8) Sonuç, kesin bir yargıya bağlanmalıdır.
(K. GARİPOĞLU, Kompozisyon Bilgileri, s. 234)
(H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 503-510)
(E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 232 - 236)
Makalenin plânı üç bölüm hâlinde düşünülebilir:
(1) Giriş: Hiç bir ayrıntıya girmeden üzerinde durulacak konunun ya da iddia edilecek düşüncenin özetlenir ve amaç ortaya konur.
(2) Gelişme: Konu ile ilgili belge ve bilgilerin ele alınıp işlendiği, konunun genişletildiği ve ortaya konmak istenen düşüncenin doğruluğuna deliller gösterildiği bölümdür. Savunulacak düşünceye karşıt olan görüşler de ele alınarak ve çürütülerek anlatımda çeşitlilik sağlanmış olur.
(3) Sonuç: Önceden ileri sürülen başlıca düşünceler, aynı sıra takip edilerek ispatlanır. İspat edilen düşünceler; bundan dolayı, bu yüzden, görü-lüyor ki, bundan çıkan sonuç vb. şekilde anlamı kuvvetlendiren ifadelerle tekrarlanır.
(H.F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 503 - 504)
Gazete ve dergilerde görülen makalelerden ayrı olarak değerlendirilen bilimsel (ilmî) makaleler ise geniş bir araştırmaya, incelemeye dayanır. Bu yazılarda ele alınan konu etrafında yeni bir görüş ve düşünce ortaya konur ve bunlar hakkında hüküm verilir.
Bilimsel makalelerde konu belirlendikten sonra, o konu etrafında geniş düzeyde bilgi toplama çalışması başlar. O zamana kadar, o konuda yazılmış bütün malzeme bir araya getirilip sınıflandırılır. Sonra araştırmacı, kendi düşüncesini ortaya koyar. Bu düşünceyi kuvvetlendiren delilleri gösterir ve sonunda da bir hükme varır.
d. DENEME
Deneme: Bir yazarın, herhangi bir konu üzerinde kesin sonuçlara gitmeden, iddiasız ve ispatsız kişisel görüş ve düşüncelerini, içtenlikle belirttiği yazı türüdür. Diğer bir deyişle, kalem denemesi anlamına da gelen deneme; konularını edebiyat, felsefe ve bilim dallarından alır.
Fransız edebiyatında Montaigne, İngiliz edebiyatında Bacon, denemelerini zengin bir kültür ve içtenlik dolu güçlü anlatımla yazarak, okuyucularını sürüklemişlerdir. Türk edebiyatında, bu türün en başarılı örneklerini, Suut Kemal Yetkin ve Nurullah Ataç sunmuştur.
(E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 237)
Yazarın serbestçe seçtiği her hangi bir konuda, kesin hükümlere varmadan, kendi kişisel görüş ve düşüncelerini anlattığı, kısa yazılarıdır.
Hayat, ölüm, aşk, gurbet, sanat, din, ahlâk, sevinç, üzüntü, kitap, şiir, roman, kültür, cesaret, kahramanlık ve daha başka akla gelebilecek, kişi ve toplumla ilgili her konu üzerinde deneme yazılabilir.
Denemelerde konular kişisel bir anlayışla işlenir; çeşitli yazarların aynı konudaki düşünce, zevk ve inanışlarını vermesi bakımından önemlidir. Sıkı kayıtlara bağlı olmayan, serbest bir kompozisyon örgüsü vardır. Yazar, kendi kendiyle konuşuyormuş gibidir, belirli bir plânı yoktur. Denemenin başarısı, yazarının dildeki ustalığı kadar, geniş bir dünya görüşüne sahip olması ve kültürü ile de doğru orantılıdır.
Edebiyat türleri içinde en zor yazılan, fakat en ilgi çekici olanıdır. Bir taraftan anı türünün diğer taraftan da günlük türünün özelliklerini de içinde barındırır. Ayrıca deneme; ne makale gibi bir düşünceyi kesin sonuca bağlar, ne de eleştiri gibi bir değer yargısına varma amacı güder.
Denemeler; tek bir yazı olabilir ya da birçok konuları işleyen yazıların bir araya toplandığı bir kitap biçiminde de yazılabilir. Makaleye benzer. Giriş, gelişme ve sonuç bölümü bulunur. Söyleşiye benzer. Çünkü, içtenlikle yazılır. Ama, söyleşiden ayrıldığı yan, deneme yazarının kendi ile söyleşmesidir. (S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 342)
Deneme yazarken şu özelliklere dikkat etmek gerekir:
(1) Ortaya konan düşünceler, okuyucuyu da düşündürecek nitelikte olmalıdır.
(2) Yazar, gereksiz felsefî derinliğe girmemelidir.
(3) Öne sürülen düşünceleri, makalede olduğu gibi ispatlama yoluna gitmemelidir.
(4) Anlatım; sade ve açık olmalıdır.
(K. GARİPOĞLU, Kompozisyon Bilgileri, s. 275/276)
(E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 237 - 241)
e. ELEŞTİRİ (TENKİT)
Bir sanat ya da düşünce eserini tanıtırken, zayıf ve güçlü yönlerini belirtme, bir yazarın gerçek değerini yansıtma amacıyla yazılan yazılara eleştiri (tenkit) denir. (E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 237 - 241)
Eleştiri (tenkit): Bir şeye kıymet biçme, o şeyi kıymetlendirme demektir. Aslı Yunanca "Kritikos" kelimesinden gelen "Critic" (hükmetme) karşılığı olarak dilimizde kullandığımız "tenkit" kelimesi "nakd" kökünden türemiştir. "Nakd", bir şeyi satın alırken verilen akçe, kıymet ölçüsüdür ve tenkit, o şeyi kıymetlendirme anlamını taşır. (F. A. TANSEL, İyi ve Doğru Yazma Usûlleri, Cilt: I-II, s. 192)
Bir eser ya da yazar hakkında inceleme yapan ve bir değer yargısına varan kişiye eleştirmen (münekkit = tenkitçi) denir. Eleştirmen; düşünce, sanat ve edebiyat alanında topluma yarar sağlayan; sanatın, sanatçının ve toplumun yol göstericisi olan; eserlerdeki zenginlikleri gözler önüne seren; okuyucuya kılavuzluk yapan kişidir.
Eleştiride amaç; iyi olanın değerini ortaya koymak, sanatı unutul-maktan kurtarmak, iyi olmayana ve kötüye fırsat vermemektir. Eleştiri yapmak için inceleme yapmasını bilmek gerekir. İnceleme yoluyla, eleştirilecek olan şey tanıtılır, sonra eleştiriye geçilerek olumlu ve olumsuz yanlar bulunur ve bir yargıya varılır.
(S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 354)
(E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 242 - 243)
Eleştiri yazarken şu özelliklere dikkat etmek gerekir:
(1) Eserin (ya da yazının), gerçeği yansıtmadaki başarısı nedir?
(2) Eser (ya da yazı), okuyucu üzerinde nasıl bir etki bırakmıştır?
(3) Eserin (ya da yazının) olayı okuyucularına anlatmasında, aktar-masında başarısı nasıldır? Eserdeki içtenlik, özgünlük ve hayal gücü; başarıya nasıl katkıda bulunmuştur?
(4) Eserde (ya da yazıda) yansıtılan duygu ile sanatçı arasında nasıl bir ilgi vardır?
(5) Genel olarak eser (ya da yazı) başarılı mıdır? Başarılı olduğu yanlar, başarılı olmadığı yanlar var mıdır?
(E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 242/243)
(S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 354/355)
Sanat eserini meydana getiren bazı şartlar, hatta yasalar vardır. Bunları bulup açığa çıkarmak gerekir. Eleştiri, mahiyetine uygun olarak meydana gelen dil varlığı ile bunu yapar. O, eser karşısında iki önemli görevi yerine getirmeye çalışır:
Çözümleme ve yorumlama.
Eleştiri, sadece övgü ya da yergi değildir. Eleştiriler, ele alınan eserin ya da yazarın iyi anlaşılmasını sağlar. “Yergi”, ayrı bir tür olup, özellikleri şöyledir:
YERGİ: Bu tür ürünlerde toplum, kişi ya da olayların kusurları, kötü ve gülünç yönleri ele alınmaktadır. Divan şiirindeki karşılığı "hiciv"dir. Halk şiirinde ise "taşlama" adı verilmektedir.
Bu tür yergiler, dikkatli ve iyi yapıldığında toplum sorunlarını dile getirmesi bakımından oldukça önemlidir. Yapılan yergi, bayağı ve kaba bir anlatımdan meydana gelirse insanları rahatsız etmektedir. Yergi, aynı zamanda, gerçeklere uygunluk derecesinde değer kazanmaktadır. Türk edebiyatında en büyük yergi ustası, 17. yüzyılda yaşayan Nef'î' dir.
f. ANI (HATIRAT)
Bir kimsenin kendi hayatını, yaşadığı devrede şahidi olduğu ya da duyduğu olayları edebî değer taşıyan bir dille anlattığı yazılara anı (hatırat) denir. Bir başka deyişle, özümüzde bir iz bıraktığı için unutulmayan ve anılmaya değer bulduğumuz olayları anlatan yazı türüdür. (S. SARICA - M. GÜN-DÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 374)
Edebiyat sahasının en yaygın türlerinden biridir. Bu türde verilen eserlerin çok değişik sahalarda oluşu, ona belli bir sınır çizme imkânını zorlaştırır. Anıların önde gelen özelliği, yazarının hayatının belli bir kesitini alması ve çok sonra yazıya dökülmesidir.
İçlerinde anı türünün özelliği bulunabilecek seyahatname, sefaretname, muhtıra, tezkire, menkabe, günlük, otobiyografi ve tarih türleri ile anı türünü karıştırmamak gerekir. Bu türlerin her birinin yazılış gayeleri ayrıdır. Ortak özellikleri ise yaşanmış olaylar üzerine kurulmuş olmalarıdır. Ancak bu özellik, onları birbirinin yerine koyma sebebi olamaz.
Anıların, tarihî gerçeklerin açıklanması sırasında, önemli yardımları dokunur. Anı; tarih değilse de, tarihe yardımcıdır. Devirlerin özelliklerini anlatan anılar, o devrin tarihini yazacaklar için önemli birer belge niteliğindedir. Bundan ötürü, anı yazarı, anılarını yansıtırken tarihî gerçeklerin bozulmamasına çok dikkat etmelidir. (H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 528)
Anı (Hatırat) ile günlük, en çok karıştırılan iki türdür. Bu iki türün en önemli ayrılığı günlüklerin yaşanırken, anıların ise hayatta ya da ömrün sonunda kaleme alınmalarıdır.
Her ne sebeple kaleme alınırsa alınsın anı türünde dürüstlük, samimiyet ve sorumluluk duygusu ön plânda tutulmalıdır. Anı yazarken önce konu tespit edilmeli; sonra ya günü gününe tutulan notlar ya da hafızada saklanan olaylar zinciri, plâna göre düzenlenmelidir. Anı yazılırken süslü sanatlı bir anlatımdan kaçınmalı; açık, sade ve akıcı bir üslûp kullanılmalıdır. Duygu ve düşünceler, içtenlikle gerçeği yansıtmalıdır.
Anılar, ya günü gününe tutulan notlar hâlinde ya da sonradan hatırlanmak suretiyle yazılır. Batı edebiyatında en ünlü anı yazarları; Sain-Simon (1675-1755) ve Rousseau (1712-1778)' dir. (H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 528)
Batı edebiyatındaki ünlü anı yazarları ve eserleri şunlardır:
Sain-Simon Ü "Hatıralar"
Rousseau Ü "İtiraflar"
Türk edebiyatındaki anı eserlerine örnekler ise şunlardır:
Ziya Paşa Ü "Defter-i A'mâl"
Muallim Naci Ü "Ömer'in Çocukluğu"
Ahmet Rasim Ü "Falaka" ve "Muharrir, Şair, Edip"
Halit Ziya UŞAKLIGİL Ü "Kırk Yıl" ve "Saray ve Ötesi"
Hüseyin Cahit YALÇIN Ü "Edebî Hatıralar"
Falih Rıfkı ATAY Ü "Çankaya" ve "Zeytindağı"
Anılar, genellikle aşağıdaki nedenlerden dolayı yazılır:
(1) Geçmişi bir kez daha yaşamak ve yazma alışkanlığı kazanmak.
(2) Anıları unutulmaktan kurtarmak.
(3) Yok olup gitmesini göze alamadığımız bir gerçeğe kalıcılık kazandırmak.
(4) Anıyı oluşturan olayı, durumu, yerleri, kişileri söz konusu edip, başkalarının bilgisine, yararına sunmak.
(5) Kamuoyu önünde aklanmaya çalışmak, pişmanlığı dile getirip içini boşaltmak, günah çıkarmak.
(6) Gelecek kuşaklara geçmişten sonuçlar çıkarıp sunmak.
(7) Gerektiği zaman bir eleştiride bulunmak.
(8) İnsanoğlunun; yaşantılarını, deneyimlerini başkalarıyla paylaşmak gereğini duymak.
(S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 375)
g. BİYOGRAFİ (HAYAT HİKÂYESİ)
Çeşitli bilim dalları ile güzel sanatlar ve spor alanlarında ün yapmış bir kişinin hayatının derlenip toparlanması ve sonunda yazıya geçirilmesidir.
Biyografilerin yazılmasındaki amaç; tanınmış, yararlı olmuş kişilerin çektikleri sıkıntıları, karşılaştıkları güçlükleri nasıl yendikleri, başarıya nasıl ulaştıklarını anlatmaktır. Bu şekilde, okuyucuların "kıssadan hisse çıkarmaları" sağlanır; sabırlı, düzenli ve plânlı çalışmanın başarıya olan katkısı verilmek istenir.
Biyografiler; sanata, edebiyata, tarihe ışık tutarlar. Anma ve kutlama günlerinde, sanat gecelerinde bu tür yazılardan yararlanılır. Ayrıca, biyografiler; belli bir dönemin olaylarını, toplumun yapısını ve sanatını da belgeler niteliktedir. (S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 352)
Biyografiye, eski edebiyatımızda "Tercüme-i Hâl" (Hâl Tercümesi) denirdi. Divan edebiyatındaki "Şuara Tezkireleri", sadece şairlerin özelliklerini veren biyografi niteliğindeki eserlerdir. (K. GARİPOĞLU, Kompozisyon Bilgileri, s. 268/269)
Biyografiler açık, sade bir dille, tarafsız bir görüşle yazılmalıdır.
Biyografi türleri şunlardır:
(1) Otobiyografi: Yazarın kendisi tarafından yazılmış biyografiye denir. Kendi hayatını yazan kişi, doğumundan otobiyografisini yazdığı döneme kadar geçirdiği safhaları anlatır.
(2) Otobiyografik roman: Kişinin kendi hayatını roman şeklinde yazmasıdır.
(3) Biyografik roman: Ünlü kişilerin hayatlarını konu edinen roman-dır.
Mehmet Süreyyâ'nın "Sicil-i Osmânî"si,
Çeşitli kişiler tarafından kaleme alınmış "Şuarâ tezkireleri",
Şevket Süreyyâ AYDEMİR'in "Tek Adam" ve "İkinci Adam"ı biyografik eserlere örnektir.
ğ. GEZİ YAZISI (SEYAHATNAME)
Yazarların yurt içinde ya da yurt dışında yaptıkları gezilerde, gördüklerini anlattıkları edebî eserlerin ortak adıdır. Bu eserlerde yazarlar; gezip gördükleri yerlerdeki insanların bütününün ya da belli bir kesiminin yaşayışını, gelenek ve göreneklerini, dikkatlerini çeken ve okuyucuların da ilgi duyacaklarına inandıkları özelliklerini anlatmaya çalışırlar.
Gezi yazılarında ilginç bir anlatım vardır. Yazılarda anlatım, yeri gelir hikâyeye dayanır; yeri gelir bir portre çizilir, tasvir yapılır. Konuşmalar da bulunabilir. Yani anlatım, yer yer değişiklikler gösterir. (S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma ve Yazma, s. 400)
Gezi; hayale değil, yazarının gözlemine ve doğru olarak duyduklarına dayandığı için tarih, coğrafya, toplum bilim, hukuk vb. bilim dallarına kaynaklık eder. Gezi; gazete ve dergilerde yayımlanacak ölçüde yazılabileceği gibi, kitap hâlinde de yazılabilir.
Gezi türü, edebiyatımızda yeni değildir. Divan edebiyatı zamanından beri "Seyahatname" adı altında türlü eserler bulunmaktadır. (K. GARİPOĞLU, Kompozisyon Bilgileri, s. 255/256)
Bazı sefaretnameler ile tarihî, coğrafî konularda yazılmış pek çok eser, bütünü ile olmasa da gezi yazısı özelliği gösteren bölümler taşırlar.
Türk edebiyatında gezi türünde kaleme alınmış en büyük eser, Evliya Çelebi'nin (1611-1685) on cilt olarak yazdığı Seyahatname'dir. Evliya Çelebi, bu eserinde gezip gördüğü memleketlerin tarihi, insanları, âdetleri, yaşayış tarzları ve her türlü özellikleri hakkında geniş ölçüde bilgi vermiştir. (H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 531/532)
Ayrıca, Seydi Ali Reis'in Mir'âtü'l-Memâlik (Ülkelerden Manzaralar), İzzet Molla'nın MihnetKeşan adlı eserlerini, Tanzimat'tan önceki dönemde yazılmış gezi eserleri (seyahatnameler) arasında sayabiliriz.
Gezi yazısı yazarken şu özelliklere dikkat etmek gerekir:
(1) Gezilen yerlerin, hiç bir yere benzemeyen özelliklerini dile getirmek.
(2) Gezilen yerlerde yaşayan insanların kültürel özelliklerini (ırk, dil, hayat tarzı, folklorik özellikleri vb.) belirtmek.
(3) Gezilen yerlerin tarihî, mimarî ve uygarlık özelliklerini belirtmek.
(4) Gezilen yerlerin teknolojik ve ekonomik alandaki gelişmelerini belirtmek.
(K. GARİPOĞLU, Kompozisyon Bilgileri, s. 255/256)
(H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 531 - 535)
h. SÖYLEŞİ (Sohbet)
Söyleşi anlamındaki Arapça'dan dilimize geçmiş olan sohbet kelimesi, iki anlam içerir:
1. Arkadaşlık, yârenlik;
2. Konuşma, görüşme, birlikte oturup söyleşme.
Makalelerin bir konuşma havası içinde daha senli benli olarak yazılan tarzına Söyleşi (Sohbet) denir. Gazete ve dergi yazılarındandır. Bu tür yazılarda, samimiyet esastır. Yazar, düşüncelerini muhakkak kabul ettirmek için okuyucularını zorlamaz. O, daha çok kendi kişisel düşüncelerini ileri sürer. Söyleşilerde, küçük fıkralar ve anılar da malzeme olarak kullanılır.
(H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 522)
Söyleşi türünün genel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
* Kompozisyon türü olarak söyleşi; makale plânıyla, fakat bir karşılıklı konuşma havası içinde yazılan yazılardır.
* Söyleşiler, genellikle günlük sanat olaylarını konu olarak ele alır.
* Gazete ve dergi yazılarındandır.
* Yazarın, okuyucu ile bir sohbet havası içinde senli benli konuştuğu yazı türüdür.
* Yazar, düşüncelerinin doğruluğunda ısrar edici olmaz.
* Söyleşide, daha çok yazarın kişisel düşünceleri ağırlık kazanır.
* Söyleşilerin en önemli özelliği, yazarın samimi, içten bir ifade tarzını ortaya koymasıdır.
* Ayrıca, bu tür yazılarda anılar, fıkralar ve çeşitli güncel olaylar verilerek yazarın duygu ve düşünceleri desteklenebilir.
(K. GARİPOĞLU, Kompozisyon Bilgileri, s. 248/249)
(S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 346)
ı. SÖYLEV (NUTUK)
Nutuk, kelime anlamı olarak, "söz, lakırdı; söyleyiş, söylemek kuvveti" demektir. Türkçede bu kelime daha çok "bir topluluğa karşı söylenilen söz, hitabet" karşılığında kullanılmaktadır.
Dinleyenleri coşturmak ve belli bir amaca yöneltmek; onlara bir duyguyu, bir düşünceyi, bir isteği, bir ülküyü aşılamak; önemli açıklamalarda bulunmak için yapılan etkili, coşkulu konuşmalara Söylev (Nutuk) denir.
Söylevler; dinleyenlerin zekâ durumlarına, hayal güçlerine, duygularına, ilgilerine göre hazırlanır. Dinleyenleri düşündürür, onlarda ilgi uyandırır, onları coşturur, onlara beklenen davranışı yaptırır.
Söylevde; konuşmacıyı ve dinleyenleri yanılgıya düşürmemek için aceleye getirmeden düşünerek konuşmak, dinleyenlere karşı iyi niyet beslemek, dinleyenlerin inanmasını sağlayacak biçimde dürüst konuşmak, dinleyicilere karşı yaşının verdiği olgunluk içinde konuşmak, dinleyenleri kıracak biçimde konuşmamak, gerekirse kendini dinleyicilerin yerine koymasını bilmek, basmakalıp sözler kullanmamak, abartarak konuşmamak gibi ahlâk ölçülerine önem verilmeli, özen gösterilmelidir. (S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 246)
Söylev (Nutuk), aslında bir sözlü kompozisyon ürünüdür. Yalnız nutuk, yazıya geçmişse ve kitabî özelliği varsa aynı zamanda yazılı kompozisyon ürünü olarak da kabul görür. Türk edebiyatının en güçlü söylev (nutuk = hitabet) örneği Atatürk' ün "Büyük Nutku"dur.
i. RAPOR
Her hangi bir konu ya da olayla ilgili inceleme sonucunu tespit ederek bildiren yazılara Rapor denir.
İncelenmek istenen bir sorun; doğru, kesin, güvenilir bilgi gerektiren bir iş hakkında, onu soruşturmakla görevlendirilen kişinin yaptığı "araştırma, inceleme" sonucunu belli kurallara göre yazdığı yazı, rapor türüne girer. Rapor; yazılı olur, ancak "sözlü" olarak da bir makama, kurula sunulabilir. Raporun bir makama yazılı olarak sunulması, "dilekçe" yazmak biçiminde olmalıdır. Sözlü olarak raporun sunulmasında ise, sunulan kişiye ya da kurula "hitap cümlesi" ile söze başlanır. (S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 285)
Yazılı anlatım türleri içinde rapor, çok değişik konularda kaleme alınan bir yazı türüdür. Tek kişinin hazırladığı rapora kişisel rapor, birden fazla kişinin hazırladığı rapora da ortak rapor adı verilir.
Rapor konuları, şöyle sıralanabilir:
(1) Eğitim ve öğretimle ilgili özel ve genel faaliyetleri değerlendirmek.
(2) Bir siyasî olayın, hareketin ya da olgunun genel yapısını değerlendirmek.
(3) Toplumun eğitim, kültür, sağlık vb. alanlarındaki değişik sorunları üzerinde yapılan incelemeleri bir rapor hâline getirmek.
(4) Ekonomik alanlardaki olumlu ya da olumsuz durumlar üzerinde yapılan değerlendirmeleri bir rapor hâline getirmek.
(5) Bilimsel çalışmaları değerlendirirken olumlu ve olumsuz gelişmeleri bir rapor hâlinde tespit etmek.
(6) Sanat eserlerini (edebiyat, resim, müzik vb. yarışmalarda) değerlendirirken başarılı ve başarısız yönlerini bir rapor hâlinde tespit etmek.
Bir raporun hazırlanmasında göz önünde tutulması gereken nitelikleri de şöyle sıralayabiliriz:
* Konunun uzmanı olmak.
* Raporun konusunu iyi kavramış olmak.
* Konuyla ilgili kaynakları taramak.
* Kaynaklardan elde edilen malzemeyi etkili, çarpıcı, inandırıcı ve doyurucu nitelikte hazırlamak.
* Objektif davranmak.
* Bilimsel çalışmaları değerlendirirken raporları bilimsel ölçüler içinde hazırlamak.
* Raporlarda ileri sürülen olumlu ya da olumsuz görüşleri kesin deliller ile somut bir biçimde açıklamak.
* Raporları belli bir plân dahilinde hazırlamak ve varılan yargıyı açıkça belirtmek.
* Gereksiz ayrıntılara girmeden özlü bir biçimde sınırlandırmak.
* Açık ve net bir ifade kullanmak. Yanlış anlaşılmaya meydan vermemek.
j. ROMAN
Olmuş ya da olabilir nitelikteki olayları ve konuları ele alan edebî türlere Roman denir. Diğer türlerden ayrılan en önemli özelliği, uzunluğudur. Romanlarda, toplumsal olaylar ve ilişkiler gerçeklere uygun bir tarzda ele alınır.
"Roman" kelimesi, Roma İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan halk kitlelerinin konuştuğu halk Lâtincesine verilen addır. Sonraları herkesin anlayabilmesi için bu dille yazılan destan ve hikâyelere "roman" adı verilmiştir. Kelimenin aslı buradan gelir. (H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 303)
İyi bir roman ilgi çekici olmalı, herkesi ilgilendiren insancıl bir tema taşımalıdır. Romandaki olaylar arasında dengeli bir sıralama ve bağ bulun-malıdır. Olaylar akla yakın olmalı, romanın konusundan doğmalıdır. Romandaki varlıkların kişilikleri baştan sona dek konuya uygun nitelikte olmalı, birbiriyle çelişmemelidir.
Roman yazarı; romanda yarattığı kişilerini kendi kişiliği içinden görebilmelidir. Romandaki davranışlar ve konuşmaların, kişilerin karakterlerinden çıkmasını sağlamalıdır. (S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 403)
Okuyucu, romanı iş olsun diye okumaz. Roman okurken avunmak, kendinden uzaklaşmak ister. Romandaki kişilerle ilgilenmeye başlar. Olaylar karşısındaki davranışlarının ne olacağını merak eder. Onların başarılarından mutluluk duyar. Onların sıkıntılarına üzülür. Kendisini onların yerine koyar. Onların davranışlarını eleştirir. Bu davranışlar içinde yapılmaması gerekeni, yapılmamış olanları bulur. Romanı okuyup bitirince genel bir yargıda bulunur. (S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 404)
Türk edebiyatında önceki yüzyıllarda roman türüne benzer edebî eserler mevcuttur. Bunlar:
(1) Halk Hikâyeleri (Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin gibi.)
(2) Meddah Hikâyeleri
(3) Dinî Hikâyeler (Hz. Ali'nin Cenkleri gibi)
(4) Destanî Hikâyeler (Dede Korkut Hikâyeleri, Battal Gazi Destanı gibi)
Avrupaî tarzda ilk roman, Tanzimat döneminde yazılmıştır. Namık Kemal'in "İntibah", ilk Türk romanıdır. Nabizâde Nazım'ın "Karabibik", ilk köy romanıdır. Yusuf Kâmil Paşa'nın Fenelon'dan çevirdiği "Telemak", ilk çeviri romandır.
Romanlarda, şu ögeler üzerinde önemle durulmalıdır:
Konu, kişiler, çevre, zaman, ana düşünce ve anlatım tarzı (üslûp).
Romanlardaki olaylar, bir plâna uygun olarak anlatılır. Bu plân şöyledir:
Giriş (Serim): Roman olayının başı, burada verilir.
Gelişme (Düğüm): Roman olayının gelişip, açıldığı bölümdür.
Sonuç (Çözüm): Romandaki olayın açıklığa kavuştuğu, düğümün çözüldüğü bölümdür.
(H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 205)
Romanlar, işlenilen konularına göre şu çeşitlere ayrılır:
(1) Tarihî romanlar
(2) Macera romanları
(a) Polis romanları (Macera ve heyecan duygularını artıran romanlar)
(b) Egzotik romanlar (Yabancı ülkelerin toplumsal özelliklerini, geleneklerini anlatan romanlar)
(3) Köy romanları
(4) Sosyal içerikli romanlar
(5) Psikolojik tahlil romanları
(S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 406)
(H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 314 - 326)
k. HİKAYE
Önemli farklılıkları olmakla birlikte "küçük roman" şeklinde tanımlanabilir. Millî kültürümüzün önemli parçalarından "Dede Korkut Hikâyeleri", "destanlar" ve "halk masalları" nı saymazsak, Avrupaî tarzda ilk hikâyeler, Tanzimat Edebiyatı döneminde görülür.
İlk hikâye kitabı, Emin Nihat'ın "Müsameretnâme"dir. Bu kitapta toplanan hikâyelerin kuruluşu, işlenişi "Binbir Gece Masalları" na benzer.
19 . yüzyıl sonlarında başlayıp günümüze doğru daha da gelişen hikâ-ye, özellikle Alphonse DAUDET (1840-1897) ve Guy de MAUPASSANT (1850-1893) gibi büyük Fransız yazarlarının tekniğiyle tekâmüle ulaşmıştır. Bu iki yazar "realist" akımın yetiştirdiği zamanın ileri gelen romancılarındandır. Fransız hikâyeciliği Guy de MAUPASSANT'ın izinden gelişmiştir. Amerika edebiyatında özellikle mizahî hikâyeleriyle Mark TAWİN (1835-1910), O. HENRY (1862-1910) ve bunları takiben John STEİNBECK, Erskine CALDWEL Batılı ünlü hikâyecilerdendir.
(H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 327)
Dünya hikâyeciliğinde iki hikâye biçimi hâkimdir. Bunlar:
(1) Maupassant Biçimi : Hikâyede asıl olan "olay" dır. Okuyucunun hikâyeyi şöyle ya da böyle yorumlamasına imkân verilmez. Çünkü, hikâyedeki olay, mantıklı bir seyir hâlinde takip eder. Kişilerin portreleri, özenle ve ayrıntılı olarak çizilir.
Çehov Biçimi: Hikâyede asıl olan "olay" değildir. Hikâye, sona erdiği zaman her şey bitmiş değildir. Hikâye, asıl bundan sonra başlıyor demektir. Zira, kişiler tamamıyla tanıtılmadığı, olaylarda kesinlik hâkim olmadığı için okuyucunun hayal kurması devamlı hareket hâlindedir ve kendine göre yorumlar yapmaya uygundur.
Çehov, hikâye anlayışını şöyle anlatır:
"Kaleme alınan konular, "sade" olmalı. Piyer Semenovi, Maira İvanovna ile nasıl evlendi gibi... Hem sonra, yok psikoloji tahlilleri, yok hikâye, yok bilmem ne imiş! Bunlar hep özenti... Hatırınıza ilk gelen başlığı koyun, kılı kırk yarmayın, tırnak, çizgi gibi işaretleri çok az kullanmaya bakın, gösteriştir bu. Benim işim anlatmaktır. Ancak, onu başarabilirim. "
(H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 327)
Türk hikâyeleri, şu dört ana grupta değerlendirilir:
(1) "Serim, düğüm, çözüm" bölümlerinin düzenli olduğu hikâyeler. Ömer Seyfettin, Samet AĞAOĞLU, Haldun TANER, Oktay AKBAL, Mustafa KUTLU' nun hikâyeleri bu grup içindedir (Maupassant Biçimi)
(2) İstanbul'da yaşayan insanların özel hayat ve özelliklerini veren hikâyeler. Hüseyin Rahmi GÜRPINAR, Ahmet Rasim, Osman Cemal KAYGILI, Sermet Muhtar ALUS'un hikâyeleri bu grup içindedir. (Maupassant Biçimi)
(3) "Serim, düğüm, çözüm" bölümlerine önem vermeyen, olayın herhangi bir yerinden başlayan hikâyeler. Memduh Şevket ESENDAL, Sait Faik ABASIYANIK, Tarık BUĞRA, Sevinç ÇOKUM gibi yazarlarımız bu gruptandır. (Kısmen, Çehov Biçimi)
(4) Varoluş çizgisinde oluşturulmuş, aydın bunalımı ve çaresizliği anlatan soyut hikâyeler. Bu tür hikâyeler, ülkemizde 1955'ten sonra görül-dü. Hikâyelerde, hiç bir toplum kaygısı görülmez. Aydın bunalımının nedenleri yansıtılır. Sanat adı altında çoğu zaman "müstehcen"e kaçan konulara yer verilir. Hikâyecilik, sanattan ayrılmış ve ideolojiye kaydırılmıştır.
Bu grupta hikâye yazan yazarlarımızın başında ise; Yusuf ATILGAN, Demirtaş CEYHUN, Ferit EDGÜ ve Erdal ÖZ gelmektedir. (H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 328/329)
l. TİYATRO
Batılı tiyatro eserlerinin kaynağı Eski Yunan’dır. Eski Yunan’daki bağ bozumu tanrısı “dionizos” adına düzenlenen şenliklerden ortaya çıktığı bilinmektedir. İlk tiyatro ürünleri “trajedi”dir. Sonraları ise “dram”, “komedi”, “müzikal komedi” gibi türlerde tiyatro eserleri görülmektedir. “Bale” ve “opera” da Batılı anlamdaki tiyatro türlerindendir.
"Dram", Yunanca "darama" sözünden gelmektedir. Kelime anlamı; hareket hâlindeki olayların bütünü demektir. Dramatik eser denince; "Hayatı, hareket hâlinde gösteren eserlerin tamamı" akla gelir. İnsan hayatını konu olarak alan tiyatro, insan hayatının iki önemli özelliği üzerinde kuruludur:
(1) Keder
2) Neşe
Bundan ötürü de tiyatro eserlerini ikiye ayırmak gerekir:
(1) Trajik eserler
(2) Komik eserler (H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 328/329)
Batılı anlamda tiyatro çeşitleri şunlardır:
(1) Trajedi: "Çok acıklı, yürekler acısı" anlamına gelmektedir. Oyun türü olan trajedinin konusu da çok acıklı konulardır. Trajedide olaylar, genellikle tarihten ve efsanelerden alınır. Kişiler ise; eski Yunan tanrıları başta olmak üzere, hükümdarlar ve soylulardır.
(2) Komedi: İnsanların, olayların gülünç yönlerini sunan, hem güldüren, hem eğlendiren ve hem de iğneleyen bir tür tiyatrodur.
(3) Dram: Trajedi ile komedi arasında bir tür sahne eseridir. Türkçe karşılığı "acıklı olay" dır. Konularını günlük olaylardan ya da tarihten alabilir. Kişiler; halk arasından seçilir. Olay; hem acıklı, hem güldürücü olabilir.
(4) Müzikli Tiyatro:
(a) Opera: Sözlerinin tümü ya da çoğu "koro, solo, düet" biçiminde şarkılı olarak söylenen müzikli tiyatro eseridir. Oyunculara, orkestra eşlik eder.
(b) Operet: Eğlenceli, hafif konulu, içinde bestesiz konuşmalar da bulunan müzikli tiyatrodur. Daha çok halk için yazılmış eserlerdir.
(c) Opera Komik: Operetin, yüksek sınıf için yazılmış, besteli biçimidir.
(ç) Vodvil: Hareketli, eğlenceli bir konuya dayanan, içinde şarkılara da yer verilen hafif komedidir. Bu nedenle vodvil, bir "komedi türü" olarak da gösterilir.
(d) Bale: Konusu; türlü dans ve davranışlarla anlatılan müzikli, sözsüz tiyatro türüdür. (S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 413/414)
Batılı anlamda tiyatro ilk defa Tanzimat döneminde görülmektedir. Şinasi’nin “Şair Evlenmesi”, ilk yayımlanan tiyatro eseridir. Namık Kemal’ in “Vatan Yahut Silistre” ise, ilk defa sahneye konan tiyatro eseridir.
Bu eserlerden önce ise çeviri ve uyarlama (adapte) tiyatro eserleri görülmektedir. Sonraki dönemlerde ise, teknik açıdan daha etkili tiyatro eserleri yazılmış ve sahneye konmuştur.
Batılı özellikte tiyatro ürünlerinin Türk edebiyatına girmesinden önceki yüzyıllarda geleneksel Türk tiyatrosu vardı.
GELENEKSEL TÜRK TİYATROSU
Geleneksel Türk tiyatrosu içinde orta oyunlarının önemli bir yeri bulunmaktadır. Kavuklu ve Pişekâr; orta oyunlarında sıkça görülen sembolik kahramanlardır. Bu kişiler; yine, geleneksel tiyatromuzun önemli kahramanları Karagöz ile Hacivat'ın karşılığıdırlar.
Kavuklu, bilimsel anlayıştan uzak, fakat ârif, halk adamını temsil etmektedir. Pişekâr ise, Osmanlıca kelimeler kullanmakta yetenekli, okumuş insanı temsil etmektedir. Her ikisi de birbirlerinin açık yönlerini tamamlayan önemli tiplerdir. Bunlar, orta oyunlarında mizahî unsurlarla topluma mesajlar verir ve insanları bilgilendirirler.
Geleneksel Türk tiyatrosu, şu çeşitlere ayrılır:
(1) Meddahlık: Bir kişinin tek başına hazırladığı oyun çeşididir. Kelime anlamı "metheden = övgücü" demektir. Meddah, anlattığı olay ya da hikâyeyi seyirci önünde çeşitli hareket ve taklitlerle canlandırır. Bu şekilde insanlar, eğlenirken düşünme imkânı bulur.
(2) Karagöz: Gölge oyunudur. Beyaz bir perde üzerinde çeşitli insan tiplerinin canlandırılmasıdır. Bu oyunlar, "Karagözcü" adı verilen usta bir sanatçı tarafından perdeye yansıtılır. Oyunun başkahramanı "Karagöz", okumamış, ama zeki ve anlayışlı bir halk adamıdır. İkinci kahraman "Hacivat" ise, Karagöz'e zıt kişilikte bir insandır. Arapça ve Farsça kelimelerle konuşur, zaman zaman bilgiçlik taslar.
Karagöz, Türklere özgü bir oyundur. Çünkü, çok eskiden beri Türkler, çeşitli adlar altında Karagöz oyununu biliyor ve oynatıyorlardı. Hatta, Avrupa'da "Çin gölgeleri" diye adlandırılan gölge oyununun bile Karagöz' den geldiğini yapılan araştırmalar gösterir.
Bu oyun, Osmanlı Türkleri arasında uzun zaman yaşadı. Batılı anlamda tiyatro türünün edebiyatımıza girmesinden sonra yavaş yavaş önemini kaybetti.
Karagöz'deki diğer önemli tipler de şunlardır:
Çelebi, Tuzsuz Deli Bekir, Yahudi, Ermeni, Rum doktor, Frenk, Arap, Acem, Arnavut, Trabzonlu, Rumelili vb.
3. Orta Oyunu: Orta oyunu, açık bir meydanda oynanır. Seyirciler bu meydanın etrafını çepeçevre kuşatırlar. Ancak bir tarafını açık bırakırlar. Oyuncular, oyundan önce oradan meydana dahil olurlar. Çağdaş Türk tiyat-rosuna en yakın örnektir. Konular ve tipler olarak Karagöz'e çok benzerler. En ünlü tipleri Kavuklu ve Pişekar'dır. Ayrıca; "Balama (Rum)", "Frenk" ve "zenne" tipleri de bulunmaktadır. Günümüzde, bazı köy ve kasabalarda, orta oyunları bütün canlılığı ile hâlâ devam eder. (H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 435)
l. RÖPORTAJ
Yazarın okuyucularına bir konuyu inandırmak için kişi, eşya, eser ya da bir yerle ilgili olarak yaptığı incelemeleri, fotoğraflarla süsleyerek, kendi görüşlerini de katarak yazdığı gazete ve dergi yazılarına Röportaj denir.
Röportaj yapacak kişide üstün bir görüş, anlayış ve gözlem yeteneği olmalıdır. Röportaj, bir çeşit haberdir. Fakat, röportajda bilgiden başka, yazarın izlenimleri, düşünceleri, görüşleri de yer alır. Röportajı hazırlayan kişi, konuyu iyice öğrenmeli, yerinde ve gerekli incelemeleri yapmalı, gerekli belgeleri toplamalıdır. (S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 283)
Röportaj türü, gazeteciliğin gelişmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, röportaj, özellikle gazetecilerin uyguladığı bir türdür. Günümüzde radyo ve televizyon da çok önemli bir röportaj aracı konumundadır. (H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 561)
3. YAZILI ANLATIM (ÜSLUP) TÜRLERİ
Duygu ve düşüncelerin belli amaçlar doğrultusunda, yazılı ya da sözlü olarak ifade edilmesine Anlatım (üslûp) denir. Anlatımı gerçekleştirecek kişi, her şeyden önce dil bilgisi ve imlâ kurallarına uymak zorundadır. Ayrıca, yazacağı ya da konuşacağı konunun içeriğine ve amacına uygun olarak bir anlatım türü seçmelidir.
Anlatımda ifadeler "açık, sâde ve duru" olmalıdır. Her yazar ya da konuşmacının kendine özgü bir anlatım tarzı, büyük deneyimler sonunda za-manla oluşur.
Yazılı ya da sözlü anlatımda kullanılan anlatım türleri şunlardır:
a. HİKÂYE ETME (TAHKİYE)
Olmuş ya da olması mümkün olayların yazı ya da konuşma ile hikâye edilmesine denir. Şu edebî türlerde kullanılır: Roman, hikâye, anı (hâtıra), gezi (seyahat), biyografi, otobiyografi, tiyatro, film senaryosu vb.
Bu anlatım türünde işlenen düşünce, olaylar içindedir ve her şey hare-ket hâlindedir. Yani, olayların akışı, zincirleme olarak gelişir ve hareket ögesi ile birbirine bağlanır.
(E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 217)
Hikâye etme, dört ana unsur üzerine kurulur:
(1) Olay (hâdise = vak'a)
(a) Giriş (serim)
(b) Gelişme (düğüm)
(c) Sonuç (çözüm)
(2) Kişiler
(3) Yer
(4) Zaman (Z. KORKMAZ - A. B. ERCİLASUN - İ. PARLATIR ve diğerle-ri, Türk Dili ve Kompozisyon Bilgileri, s. 189 - 190)
b. AÇIKLAMALI ANLATIM
Açıklama, öğretme amacıyla oluşturulan makale, deneme, fıkra, sohbet, eleştiri vb. edebî türlerde kullanılmaktadır. Her hangi bir konuyu geliştirmek ve anlaşılır duruma getirmek için açıklama türünü seçmek gerekir.
29 Ekim 1923 (Cumhuriyet'in ilânı) hakkında bir yazı yazmak gerektiğinde, bu anlatım türüne başvurulur. Burada, anlatımın açık ve kesin olması gerekir. Düşünce yazıları, bu anlatım türüyle yazılacağından kelimeler, sözlük anlamlarında kullanılmalı; süslü, sanatlı, mecazlı anlatışa yer verilmemelidir. (E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 226)
Açıklamalı anlatım türünde yazar, ele aldığı konuda okuyucusunu aydınlatmak, ona bilgi vermek amacını taşır. (S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 301)
c. TASVİR ETME (BETİMLEME) YOLUYLA ANLATIM
Canlı ve cansız varlıkları en ince ayrıntılarına kadar tanıtmaya Tasvir (Betimleme) denir. Özellikle roman, hikâye, anı ve gezi türlerinde kullanılır.
Tasvir etme anlatım türü, belli bir konuda izlenim kazandırmak istendiği zaman kullanılır. Tasvir etme; varlıkların durumlarını, özelliklerini, kelimelerle resim çizer gibi anlatmadır ve okuyucunun gözleri önünde canlandırmadır. Yazar; ayrıntıların seçiminde çok dikkatli olmalı; varlıkları, birbirinden ayıran özellikleri bilinçli olarak saptamalıdır. (E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 224)
Esas olarak, iki türlü tasvir vardır:
(1) İnsan Tasviri (Portre)
(a) Fizikî Portre : İnsanın dış görünüşünü ortaya koyan tasvirdir.
(b) Ruhî Portre : İnsanın ruh özelliğini (sevinç, üzüntü, olaylar karşısındaki tepki, heyecan, korku, cömertlik, cimrilik vb. ruh ve kişilik durumları) ortaya koyan tasvirdir.
(c) Fizikî ve Ruhî Portre: İnsanın hem fizikî, hem de ruhî özelliğini veren tasvirdir.
(2) Eşya (Şeyler) Tasviri: İnsan dışındaki bütün canlı ve cansız varlıkların tasviridir:
Örnekler:
(a) Olay Tasviri
(b) Doğa Tasviri
(c) Hayvan Tasviri
(d) Bitki Tasviri
(e) Kültürel Değerlerin Tasviri
(f) Tarihî ve Mimarî Eserlerin Tasviri
(g) Yerleşim Merkezleri Tasviri (İl, ilçe, mahalle ve sokak) vb.
Tasvir yazıları, daha çok olaya dayalı (tahkiyeli) edebî türlerde bulunur. Örnek: Roman, hikâye, tiyatro eseri, film senaryosu vb.
Her hangi bir şeyi, etkili olarak tasvir edebilmek için özellikle gözlem yapmak gerekir. Tasvirde, tasviri yapılan olaylar, kişiler ve nesneler gerçeğe aykırı olmamalıdır. Ayrıca tasvirde, abartma (mübalağa), mecaz ve benzetme (teşbih) sanatlarına fazla yer verilmemelidir. Bu sanatlara yer verilmesi gerektiğinde gerçeklere uygunluk, ön plânda olmalıdır.
Tasvir etme anlatım türüne örnek:
"İğdelerin keskin bayıltıcı bir kokusu vardır. Antakya bahçelerindeki baygın kokuları aratmaz insana. Dallar arasında gizlenmiş, görünmeyen dudakların üflediği altın tozları gibi yüzümüze serpilir; gözümüzü, gönlümüzü doldurur.
...
İnsan, bu düş içinde zamanı unutur. İğde dallarından birini koparmış kokluyorsunuz, ama farkında mısınız? Kulağımıza uzaktan tatlı tatlı çıngırak sesleri gelir. Az önce yürüdüğümüz yollardan bir kervan geçer. Katırları, develeri, gül denkleriyle, ağır kumaşlarla, ipek halılarla mı gelir? Bu kervan, Hazar kıyılarından, Keşmir'den, Buhara'dan mı gelir? Bir zaman, kıtalar arası yollardan biri buralardan da bir kol vermiş. Bu çıngırak sesleri, sanki o çağdan gelir. Ama niçin bu kadar gecikmiş? Ta bu geceye kalmışlar?"
Selâhattin BATU, Ankara Geceleri
ç. ÖZLÜ ANLATIM (VECİZE)
Söyleyeni belli olan hikmetli sözlerdir. En zor anlatım türüdür. Herkes özlü söz (vecize) söyleyemez. Zengin bir bilgiye, üstün bir dil bilgisi yeteneğine ve kıvrak bir zekâya sahip olmak gerekir. Türk kültür ve edebiyatında binlerce özlü sözün varlığı kolayca söylenebilir. Bunların başında ise şüphesiz, önderlerin önderi özelliğine sahip Atatürk'ün söylediği özlü sözler gelir.
Örnekler:
* Bu memleket; tarihte Türk'tü, hâlde Türk'tür ve ebediyen Türk olarak kalacaktır.
* Ne mutlu Türküm diyene!
* Türk; öğün, çalış, güven.
* Tek bir şeye ihtiyacımız vardır. O da çalışkan olmaktır.
* Hayatta en hakikî mürşit; ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında mürşit aramak gaflettir, dalâlettir.
d. TAHLİL YOLUYLA ANLATIM
Karakter tahlillerinde bu anlatım türüne başvurulur. Daha çok roman ve hikâyelerde kullanılır.
e. İSPATLAMA (KANITLAMA) YOLUYLA ANLATIM
Makale, eleştiri, fıkra, deneme gibi yazılı; konferans, münazara, açık oturum gibi sözlü kompozisyon türlerinde kullanılır.
f. KONUŞMALI ANLATIM
En az iki kişinin konuşması durumunda başvurulan anlatım türüdür. Tiyatro, roman, hikâye, görüşme (mülâkat) sohbet, açık oturum gibi edebî türlerde kullanılır.
g. MANZUM ANLATIM
Şiirlerde, manzum tiyatro eserlerinde, manzum destan ve masallarda kullanılan bir anlatım türüdür.

Yorumlar