BAYKUŞ VİRANE SEVER...

Billur bir su damlasının bağımlısıyım artık. Ne zaman yeni çıkanlar arasında adını görsem susuzluğumun emrinde koşuyorum kitapçıya. Çoğu zaman öyle yanmış oluyor ki içim, önce kana kana sonra tadına vara vara. İlla ki bir defadan fazla okuyorum Faruk Duman’ı. Onun tertemiz Türkçesini, bir şeyi anlatmadan da anlatabilmesini, yarım bıraktığı cümleleri tamamlamayı değil de ta içimde önceden bilirmişçe hissetmeyi seviyorum. Mistik bir masal dili diyor ya kimisi buna, bence masallardan bile güzel bir büyüsü var onun temellerini her gün biraz daha sağlamlaştırdığı kendine has dilinin.

Gerek atmosferi gerekse kişileriyle birbirini tamamlayan sekiz öyküden oluşuyor Baykuş Virane Sever. Öykülerin çoğunu bir çocuk anlatıyor bize. Öykü anlatıcısı çocuklarsa her öyküde bir ferdinin mercek altına tutulduğu kalabalık bir ailenin yalnızları sanki. Öykü kişilerinin hayatından farklı kesitleri ele alan öykülerin bir kitapta toplanmasını seviyorum ben. Hatta her yazdığını okuduğum yazarların başka başka kitaplarında bir görünüp bir kaybolan öykü kişileri çocuk sevincine benzer neşeli bir iyimserlikle sarıyor içimi. Kim bilir, kurgunun gerçeğe en yaklaştığı noktada, başka bir dünya mümkün, diye hissettirdiğinden olacak.

Baykuş Virane Sever’de inatçı karın kapattığı yollarda, baykuş seslerinin yankılandığı ıssız tepelerde, vaktinden evvel büyümeyi öğrenmiş çocuklarıyla, sevdiğini zamansız kaybetmiş kalbi kırıklarıyla, ne kara kışa ne kurda kuşa gücü yeten öfkeli babalarıyla kendini bile ısıtmaktan aciz bir sobanın çevresine dizilmiş, hayata tutunmaya çalışan bir büyük ailenin öykülerini okuyoruz ardı sıra. Hepsi birbirinden güzeller ama ben en çok Emanet adlı öyküden etkilendim. Bir de kurgunun gerçekliğinin rüyada dile gelişi olarak yorumladığım Rüyalı Üç Öykü’den.

Hani, önce öyküleri yayımlanan sonra romanı basılan yazarlar için bir aşama kaydetmiş gibi ‘artık romana geçti’ derler ya, bence öykü yazmak daha zor. Hele kısa öykü yazmak daha da zor. Sonra, öykü olsun, roman olsun bir şeyi en kısa, en öz, en sade haliyle anlatmak en zoru. Bir de bütün bu zorluklara olayları çocuk anlatıcının gözünden anlatmanın zorluğu eklendi mi zorun başarıldığı bir kitap olup çıkıyor Baykuş Virane Sever.

Kitaptan:

‘‘Kar saatlerce yağdığı için ortalık ağarmıştı. Ağaçlar da öyle, gelin gibi giyinip. Duvaklı başlarıyla, rüzgâr esmeyegörsün. Abim gelecek diye ormana bakıp durmuştuk bir zaman. Bir abi nedir? Mesela yolda karşınıza bir elma ağacı çıksa? Dev, dallı budaklı bir ağaç? O zaman abinin o ağaçtan farkı neden bulunsun? Baş niyetine bir de meyve bulunur. Kırmızı, tatlı mı tatlı bir baş. Böylece eğilir, sizi boynunuzdan tutar. Ama yaz aylarının abisidir bu çoğunlukla. Karakışın değil. Kar zamanı bu kişi ormanın derinliklerinden gelir ve güz aylarında verdiği haber için bekletir sizi; bir gelinle döncektir eve. Hem de ne gelin’’(:49).

Yorumlar