Kiyabın Adı
|
Zulüm Dağları Aşar ÇANAKKALE İÇİNDE
|
Kitabın Yazarı
|
Rahmi ÖZEN
|
Yayınevi
|
T.C KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINLARI
|
Basım Yılı
|
2000
|
KİTABIN KONUSU:Kahraman Türk milletinin Çanakkale’de
yaşadığı görkemli ölümsüzlüğün muhteşem tablolarından bir kesiti dile
getirir.İnanç gücünün mekanik güce ve kalabalığa üstünlüğünü haykırır.Türk’ün
adaletinin ve asaletinin nasıl bayraklaştığını konu alır.
KİTABIN ANAFİKRİ: İnsanlar
inandıktan sonra,karşısındaki engel her ne olursa olsun,bu inanç sayesinde o
engeli aşabilir.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN
DEĞERLENDİRİLMESİ: Kitaptaki olaylar birbirleriyle bağlantılı olarak gelişiyor.
Şahıslar:Fatma
Ana
Ahmet ( Fatma Ana’nın oğlu )
Mehmet ( Fatma Ana’nın oğlu )
Mustafa ( Fatma Ana’nın oğlu )
Elifçe ( Fatma Ana’nın gelini )
Abdullah Efendi ( Nasrullah Camii İmamı )
Şair
Muhtar Halil
Postacı Ali Efendi
KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitap;silah ve asker sayısı bakımından büyük üstünlüğe sahip olan itlaf
devletlerinin,Türk ordusunun muhteşem vatan savunması karşısında şaşkına
dönüşünü ve çeyrek milyon askerini kaybederek geri çekilişini;Türk milletinin
Çanakkale’de bir destan yazdığını;bayrağı,vatanı,namusu ve hürriyeti söz konusu
olduğunda bir milletin neler yapabileceğini duru ve akıcı bir üsluple
anlatıyor.
KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:
1949 yılında Terme’de doğan Rahmi Özen,lise öğrenciliği yıllarından
itibaren,kendine özel şiirsel üslubu ile hep üretmiştir:İnsanlık için,Türk
edebiyatı için,Türk dilinin gelişimi için…
Türk
dilini en güzel kullanan çağdaş yazarlarımızdan olan Rahmi Özen,edebi
sanatların her dalında;Türk edebiyatına özgün eserler kazandırmıştır.
Samsun;Mithat
Paşa,100.Yıl,Namık Kemal, Endüstri Meslek ve 19 Mayıs Liselerinde edebiyat
öğretmenliği yapan Özen,halen bir özel öğretim kurumunda debiyat öğretmebi
olarak çalışmaktadır
KİTABIN
ÖZETİ
Analar
yiğitlerini sınır boylarına gönderiyordu.Gidenin gelmediği o zamanlarda bağrı
yanık analar ağlıyor,üç aylık gelinler ağlıyor,bebekler ağlıyordu.Yürekler
yanıyordu;ama elden hiçbir şey gelmiyordu.
Fatma
Ana da gönderiyordu oğlu Ahmet’I cepheye.Kocası vatan uğruna şehit düşen Fatma
Ana bir can daha gönderiyordu.Fatma Ana ağlıyordu,gelin Elifçe ağlıyordu.Sadece
Fatma Ana ve Elifçe asker göndermiyordu cepheye.Bütün Anadolu halkı
gönderiyordu yiğit canları ölüme.Acı bir yas tutuluyordu Anadolu köylerinde
gidenlerin ardından.
Bu
acı dolu ağıtları duyan Şair’in içi yanıyordu,gözleri doluyordu ve bu acısını
Nasrullah Camii İmamı Abdullah Efendi ile paylaşıyordu.Şair dünyanın en büyük
devine ağlıyordu.Koca dev küçülmüştü çünkü.Ulu bir kartal gibi kanatlarını
açıp,küçük kuşları altına aldığı günleri unutmamıştı Şair…Buna ağlıyordu.
Mahallenin
önde gelenleri kıraathanade oturuyorlardı.Muhtar Halil,Şair,İmam Efendi ve diğerleri
son durumu konuşup tartışıyorlardı.Bu sırada Postacı Ali Efendi geldi ve
ülkenin içinde bulunduğu son durumun çok kötü olduğunu bildirdi.bunun üzerine
büyük bir ümitsizliğe düşen Abdullah Efendi’yi Şair teselli ediyordu.Şair
herşeyin düzeleceği konusunda çok umutluydu.Umudunu her zaman korudu ve herkese
destek olmaya çalıştı.Hoca Efendi bütün umudunu yitirmişti.Şair’e ‘’Korkuyorum
Şair…Avrupanın bütün gücü Çanakkale’ye dayanmış.Topları var,tüfekleri var
,herşeyleri var.Senin elinde ne var
Şair?…’’diye sordu.Şair:
‘’Garbın
afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var;
Ulusun!Korkma,nasıl böyle bir imanı boğar
Medeniyet
dediğin tek dişi kalmış canavar?’’
Bunun
üzerine Hoca Efendi sırf cevap olsun diye:’’Bir gün hürriyetimiz elimizden
alınırsa,çılgın Avrupa herşeyimize kilit vurur,el atarsa o zaman…’’daha
sözlerini bitirmeden Şair:
‘’Ben
ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım
Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner aşarım
Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım’’
diye cevap verdi.
Birgün
Postacı Ali Efendiyine acı dolu haberlerle kıraathaneye geldi.Fatma Ananın
oğlu,Elifçenin yiğidi Ahmet’in ölüm haberini getirmişti.Bunu öğrenen mahalleli
çok üzülür.Hele Elifçe…O üç aylık gelin nasıl yanıyor.Rüyasında ölürken gördüğü
Ahmet’i gerçekten ölmüştü.Elifçe gelin ve diğer gelinler ağıtlarıyla dört bir
yanı inletmişti.
Fatma
Ana…Metin olmayı beceren erdemli bir Anadolu kadını. Gözü yaşlı… Bağrı taşlı…
Ak saçlı… Ahmet’in şehit olduğu günden beri gözüne uyku girmemişti. Tam ondört
ay olmuştu. Birgün mahallenin kıraathanesine bir konu hakkında Şair’in, Hoce
Efendi’nin ve Muhtar Halil’ in fikrini sormak için gitti. Elifçe gelini Mehmet
ile evlendirmek istediğini söyledi ve hepsinden onay aldı.
Kıraathanede
hergün olan olaylar konuşulurdu. Yine birgün böyle bir konuşmada iki gemiden
söz açılır. İsmi değiştirilmiş iki Alman gemisi Yavuz ve Midilli. Büyük bir
oyun olan bu isim değiştirme Türkiye’ yi savaşa sokmak için güzel bir plandı.
Bu gemiler 20 Ekim 1914 günü Rus limanlarını topa tuttular. Gazeteler İtilaf
devletlerinin 18 Mart 1915’te saldırıya geçeceğini yazıyordu.
Şair bunun bu iki gemiden
kaynaklandığını düşünüyordu. Gazetede çıkan bu haberler Şair’I ağlatmıştı. İlk
kez ağlıyordu Şair. “ Büyüttüğümüz köpek
sürülerinin önünde gülünç bir aslana döndük”
diye ağlıyordu. Hoca Efendi Şair’I
Teselli etmeye çalıştı. Bu sırada
mahalleden onbeş yirmi kadar genç geçiyordu.Ülkeleri için savaşmaya, canlarını
bu ülke için vermeye gidiyorlardı. Bunu gören Şair’ in morali düzeldi. Böyle
iman dolu, vatan aşkı ile yanan gençleri gördükçe bu ülkenin yenilmeyeceğine
olan inancı daha da arttı.
Artık
düşman gelip kapıya dayandı. Ümitsizlik başlamıştı yine. Düşmanın herşeyi
vardı, güçlüydüler… Ama Şair umudunu yitirmemişti.Mustafa Kemal’in inancını
anlattı Muhtar Halil’ e. Güveniyordu Mustafa Kemal’ e. Bu sırada Postacı Ali
yine bir haberle geldi. Onbeş yaşını dolduran herkes askere çağırılıyordu. Bu
bir vahşetti. Bunu duyan halk tekrar feryatlara başladı. Anadolu’ nun dört bir
yanından ağıtlar yükseliyordu. Fatma Ana’ dan, Elifçe’ den ve diğerlerinden…Bu
haberlerden sonra okul müdürü bir kampanya başlatmıştı. Herkes elinde ne varsa
devlete verecekti. Bu kampanya çok hızlı yayıldı ve herkes elinde ne varsa
getirip okul bahçesine bıraktı. Fatma Ana tek malı olan ineğini, Zeynep Kadın
tek geçim kaynağı olan tavuklarını, Ayşe Kadın gelinliğini getirmişti okulun
bahçesine. O gün herkes hem çocuklarını hem de mallarını teslim ediyordu bu ülkeye;
sırf bu ülke kurtulsun diye.
Türk
milletinin bu inancı Hoca Efendi’ deki umutsuzluğu hala yok etmemişti. Ama
Şair’ in umudu daha da arttı.Herkes ne varsa göndemişti cepheye. Taze gelinler
de yiğitlerini ağıtlarla cepheye gönderiyorlardı. Okulda okuyan öğrenciler de
savaşmaya gidecekti.
Oluk
oluk kanlar akmaya başladı. Top sesleri, tüfek sesleri heryeri inletiyordu.
Sahra çadır hastanesini yaralılar inletiyordu. Bu vahşetten yeryüzü bile
utanıyordu.
Mustafa
Kemal fırkasıyla birlikte kahramanca savaşıyordu. Düşman onun karşısında daha
fazla dayanamayıp geri çekilmeye başladı. Savaş esnasında kolunu, bacağını
kaybeden erler tekrar dönüp savaşmak istiyor “ El ne ki, ayak ne ki, vatan için
canlar feda” diyorlardı. Bu inanç
düşmanı durdurmak için yetmişti. Düşman artık can çekişiyordu.
Sahra
hastanesinde hemşirelik yapan Elifçe Gelin Mehmet’inin ölmediğini yaralı olan
tanıdık bir erden öğreniyor. Daha önce mahalleye Mehmet’ in ölüm haberi
gelmişti ama Mehmet ölmemişti ve biraz sonra onu da yaralı bir şekilde
hastaneye getirdiler. Elifçe bu yaralının künyesini okuduğunda hem çok
sevinçliydi hem de çok acı çeki,yordu. Çünkü Mehmet o anda kaybetmişti
hayatını.
Herşeye
rağmen savaş Türk’ün üstünlüğü ile devam ediyordu. Artık düşmanın dayanacak
gücü kalmamıştı ve savaşı kazandık. Çanakkale’nin geçilmeyeceğini tüm dünyaya
duyurduk.
Postacı Ali bu kez mutlu haberle geliyordu mahalleye.
Düşmanın denize döküldüğünü müjdeliyordu.
Çanakkale
geçilmedi… Türk milleti göğsünün kaya gibi olduğunu tüm dünyaya bir kere daha
ispat etti.
Yorumlar
Yorum Gönder