DİVANÜ LÜGAT’İT-TÜRK
Meşrutiyetin ilk
yıllarında , (1910-1911 yılları) Sahaflardaki kitapçı Burhan Efendi’ye bir
kitap gelmiştir.Kitabı getiren eski Maliye Nazırları’ndan Vanizade Nazif
Paşa’nın akrabası bir kadındır.Kitapçı, yapıtı satmak üzere dönemin Eğitim
Bakanlığı’na başvurur.Bakanlık, istenilen 30 lirayı çok görerek almaz.Bunun
üzerine kitapçı, onu Ali Emiri Efendi’ye gösterir.Ali Emiri Efendi kitabın
değerini hemen anlar, 30 sarı lirayı bastırır.Burhan Efendi’ye de aracılığından
ötürü üç lira verir.
Bu, bir ikinci
örneği bulunmayan Divanü Lügat-it Türk’tür.Emiri Efendi onu ele geçirdiği için
sadrazamlıkla sevindirilmiş gibi olmuştur.Artık herkese kitabın öneminden
açıyor, ama onu kimseye göstermeye yanaşmıyordur.Kitabı bir kez görmek isteyen
Ziya Gökalp’in ricalarını bile geri çevirmiştir.Kitabı basmak isteyenlere de,
ona bir şey olur korkusuyla olumsuz bir karşılık verir.Sonunda, Sadrazam Talat
Paşa’nın işe karışmasıyla buna evetlik gösterirse de basım işlerine Kilisli’nin
bakmasını önkoşul olarak ileri sürer.
Şu bir
düşüncedir ki, bu kitap Ali Emiri Efendi’den başka birinin elne geçseydi, bugün
belki kitaplıklarımız Divanü Lügat-it Türk’ten yoksun kalacaktı.
Ali Emiri
Efendi su katılmamış bir kitap kurdudur.Bütün yaşamı boyunca kitap
toplamıştır.Parasıyla elde edemediği kitapları binbir rica, binbir
yalvarmalarıyla ödünç olarak alır, onları elyazısıyla kopya ettikten, ya da
ettirdikten sonra geri verir.Yaşamının sonlarına doğru Millet Kütüphanesine
armağan ettiği 14 bin kitabın içinde 721 tanesi bu elyazması kitaplardır.
Ali Emirir
Efendi o tek yazma Divanü Lügat-it Türk’ü Macar bilim akademisine satmaya
yanaşmaz.Oysa akademi bu iş için Hazrete tam on bin sarı altın önermiştir.
Türklük dünyasına yeni ufuklar açacak kitabın öyküsü böyle bir raslantıya dayanır.
Divanü
Lügat-it Türk, Türklük biliminin en önemli yapı taşlarındandır.O, Türk’ün
Divanı’dır; Türklüğün Divanı’dır.Bir ülkünün, bir bilincin ürünüdür. Türk’ün
kültür savaşının öncüsüdür.Böyle bir yapıtın doğması için, sanki Göktanrı
XI.yüzyılda bir bilgeyi görevlendirmiştir.Bilge, yapıtı aynı yüzyılın son
yarısında bitirecektir.Bu bilge Kaşgarlı Mahmut’tur.Yaşamı üzerine bilgiler
kendi yapıtında serpiştirilmiştir.
Alman doğu
bilimcisi Martin Hartmann, Divan’ın birinci cildi basıldığı yıllarda Milli Tetebbular
Mecmuası’nda bir makale yazar ve Kaşgarlı Mahmut’un yaşamına değinir.Divan’da
Kaşgarlı Halefoğlu Hüseyin adında bir bilgini Mahmut’un hocası gösterilir.Tac
ül İslam Semani’nin Kitab ül-Ensab’ında bilgi bulunduğunu bildirir.Semani
Kaşgar’da yetişen bilginlerden söz ederken Hüseyin’i de anar.Onun erdemli zahit
bir şeyh olduğunu bildirir.Ne var ki anlattığı rivayetlerden dinlenmeye değer
olmadığını da vurgulamaktan kalmaz.
İşte gerek Semani’nin
kitabından, gerekse başka tarihsel kaynaklardan, o sıralarda Karahanlı devleti
topraklarında doğu illerinde bile İslam bilimlerinin yüksek bir gelişme
gösterdiği anlaşılır.Martin Hartmann bunu açık yüreklilikle söyler Hartmann
bununla da kalmaz.O sıralarda İslamlar
arasında yalnız din bilimlerine önem verildiğini de ekler.Onun dışında sözlük,
tarih, soybilgisi, coğrafya gibi bilgilere önem verilmez.Ve bunun büyük
olasılıkla bir çöküş belirtisi olduğunu ekler.Hartmann, yalan yanlış hadis
anlatanların adlarının yaşamöyküsel kaynaklarda anılmasını Kaşgarlı Mahmut gibi
bir bilgine yer verilmemesini buna bağlar.Böylece Kaşgarlı üzerine bilgiler,
Divan’da verilen bilgilerle sınırlı kalır.
Kaşgarlı Mahmut’un babası
Hüseyin , dedesinin adı ise Muhammet.Barshanlı.Babası Barshan’dan Kaşgara
göçmüş.Mahmut burada doğmuş.Nitekim Divan’da Barshan’ı anlatırken, “be şehir
Mahmut’un babasının şehridir.Yani, Mahmut’un babası oradandır” diye
açıklıyor.Ünlü Türk hanı Gazneli Mahmut’un babası Sevük Tekin de kökende Issık
Göl dolayındaki bu Barshan kentinden. Mahmut da soylu bir aileden.Divan’da
bunun içindir ki “bizim atalarımız olan Beyler emir sözcüğüne Hamr derler,
çünkü Oğuzlar emir diyemezler” diye yazar.Öyleyse Mahmut kendi soyunun
Oğuzlarca bu ağızda e sesi yerine h sesi kullanılması nedeniyle “hamirler” diye
tanındığını bunun “emirler” anlamına geldiğini söylüyor.Soyunun Oğuzların
oturduğu illeri yönettiğine mi değinmek istiyor? Yoksa onların buyruğundaki
ordular Oğuzlardan mı oluşuyor? Bunu Divan’dan çıkarmak olanaksız.Ancak Mahmut
Divan’ın bir yerinde, atalarının, Emir Berherk’in olduğunu söyler.Ataları Türk
ülkelerini Smanoğullarından alan almışlardır.
Tüm bu verilere göre,
Kaşgarlı , Karahanlı ailesinden değilse bile o aileye yakın yüksek Türk
soylularından.Nitekim kendisi de yapıtının başında soyca Türk ileri
gelenlerinden olduğuna değinir.Kendisinin iyi silah kulananalardan olduğunu
ekler.Karahanlı soyuna girem kimi tanınmış adamlardan söylentiler iletir.Ve de
yapıtında savaş şiirleri, askeri terimler Karahanlı devlet örgütü ve saray
gelenekleri üzerine bilgi verir.Tüm bunlar sözkonusu yargımıza kanıttır.
Kaşgarlı Mahmut’un doğum
ve ölüm yılları kesin bilinmiyor.Yapıtını Bağdat’ta yazmaya başladığına göre
Kaşgar’dan Irak’a göçmüş olmalı.Ne ki , niçin geldiğini söylemiyor.Yalnız Türk
bozkırlarında gezi yaptığını birçok Türk lehçesini görenek ve geleneklerini
yerinde öğrendiğini söylüyor.Tarım, İli, Çu ve Sırıderya ırmakları yöresindeki
Türk kentlerini doğrudan gördüğünü beirtiyor.Türlü şehir ve boy halkının ağız
ayrımlarını, sözcük konusundaki kimi ayrılıklarını bildiğini anlatıyor.Bağdat’a
gelip yapıtını yazmaya başladığında tüm bunları öğrenmiş, saptamış, yaşı da
ilerlemiştir.Arapçayı eksiksiz yazabilir.İslam bilimlerini büyük olasılıkla
Türk illerinde okumuş olmalıdır.Hartmann’ın da belirttiği gibi bu durum Kaşgar
ve Bargsan bölgelerinin o zaman uygarlıkça ilerlemiş olduğunu gösterir.
Krahanlılar 960 yılında
Budacılığı bırakıp İslamlığı seçiyorlar.Arapçanın İran ve Orta Asya dilleri
üzerine yoğun egemenliği başlıyor.Sogotça gibi yok olma tehlikesi ile yüzyüze
.XI. yüzyılda Karahanlı’dan iki kişi Balasağunlu Yusuf ile Kaşgarlı Mahmut,
Türkçenin gönüllü savunmasını ele alıyorlar.
Kaşgarlı 1072-1074
yıllarında yapıtını Bağdat’ta yazıp bitiriyor.Abbasi halifesi El-Muktedi’ye
sunarak şöyle diyor:
“Tanrı yeryüzündeki erki Türklere vermiştir;
bunların dilini öğrenmekte fayda vardır.Bu kitabı Araplara Türkçe öpretmek için
yazdım, buyurun” Uzun bir birikimden sonra, yapıtını, büyük olasılıkla 5 Ocak
1072’de Bağdat’ta yazmaya başlar.10 Şubat 1074’te (bu konuda değişik görüşler
vardır.Ahmet Caferoğlu, Türk Dili Tarihi II’de yapıtın 1077’de tamamlandığını
söyler) bitirip Bağdat’ta Abbasi halifesine sunar.
Kaşgarlı Mahmut, yapıtını iki ana
amaç için kaleme alır: Araplara Türkçe öğretmek ve Türkçenin Arapça gibi büyük
bir dil olduğunu kanıtlamak.Tüm amacı ve düşüncesiyle Mahmut, büyük bir Türk
uluscusudur.Nitekim o yapıtında yazış yöntemini şöyle anlatır:
“Türklerin
hemen tüm illerini, obalarını, bozkırlarını
inceden inceye gezip dolaştım.Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil, Yağma, Kırgız,
boylarının dillerini tümüyle belleğime yerleştirdim.Bu konuda her boyun dilini
eksiksiz öğrenecek ölçüde başarılı oldum.”
Türk dilleri sözlüğü,
karşılaştırmalı dilcilik yöntemine uyan bir çalışma.Türk dil ve kültür
tarihinden üstün bir yapıt.Divan, genel çizgileriyle o dönem Türk dili ve
uygarlıklarını betimleyen eşsiz bir yapıttır.Yazar yapıtında çok değişik
bilgileri bize akıcı bir anlatımla vermeyi başarır.O çağda Türk boylarından
derlenmiş sözler yanında Türk gelenek, görenek, inanç ve coğrafyası konusunda bilgileri
de içerir.Derlenmiş Türkçe sözler Arapçanın sözcük düzenine göre, ünsüz
sayısınca vezin kalıplarına ayrılarak sıralanır.Yalnız halk ağzından seçilmiş
sözcüklerle kalınmaz, o dönemin klasik yazı dilindeen de alıntı
yapılır.Alıntıların kimden alındığı belirtilmez.Yalnız Çuçu adlı bir Türk
ozandan söz edilir.
Seçili sözcüklerde konu ve anlam
bakımından ayrım yapılmaz.Sesbilgisi, yapıbilgisi ve ağız ayrılıkları hep
birbirine bağlı olarak ele alınır.Yansıma sözcükler, saray dilinden kimi
ögeler, dilbilgisi kuralları bu ayırıma girmez.Yer ve ülke adlarından yalnız
belli başlıları alınır.Bu adlardan kimileri Divan’a eklenen haritada
gösterilmez.
Yapıt, sözvarlığı bakımından
olağanüstü zengindir.Bulgar lehçesine oldukça az yer verilir.Orhun ve Hazar
Türkçelerine hiç değinilmez.Türkçe olmayan sözcükler üzerinde durulmaz.Ancak
kimi yabancı sözcükler Türkçe sanılarak açıklanır.
Sözbaşı olarak seçilen Türkçe sözler
Arap yazısı ile verilir.Bu sözlerin Türkçeye özgü ses özelliklerini belirtmek
için Arap yazısının sükun, hareke, med ve teşdid gibi imlerinden
yararlanılır.Arap yazısında bulunmayan Türkçeye özgü kimi sesler için özel
çevriyazı imleri konur.Sözgelimi, Türkçenin uzun a ünlüsü için iki elif yazacı
yan yan yazılır.”w” sesini göstermek için üç noktalı f kullanılır.Böylece
Kaşgarlı Arap yazım geleneği ile yetinilmez.Türkçe sözlere özgü yeni bir yazım
yaratır.Türkçenin kimi ses özelliklerini başarı ile saptar.Türkçenin uzun
ünlülü yapısını ilk kez o ortaya koyar.Sözgelimi kimi sözleri şöyle gösterir:
Aaw ‘av’ aasmaq ‘asmak’
Aaq ‘ak’ aal’hile’
Aaç ‘aç’ aaş ‘yemek’
Aat ‘ad, san’ aay ‘ay’
Aaz ‘az’ baal ‘bal’
Baalıg ‘yaralı’ baar ‘var’
Baaş ‘yara’ çaal ‘laca, kır’
Qaan ‘kan’ qaar ‘kar’
Saag ‘sağlam,sağ’ saan ‘sayı’
Taan ‘inkar etmek’ taaş ‘taş’
Taaz ‘kel’ yaap ‘hile’
Çuq- ‘nemlenmek’ qun ‘kın’
Quz ‘kız’ tun ‘nefes’
Beeg ‘bey’ nee ‘ne’
İil ‘memleket’ ün ‘çukur, iniş’
Bood ‘boy, vücut’ bool- ‘olmak’
Soogun ‘soğan’ yoog ‘yas’
Kööz ‘göz’ ööç ‘öc’
Söök- ‘sövmek’ buut ‘but, bacak’
Küü ‘ün, şöhret’ küüç ‘güç, zor’
Türkçe sözbaşları Arapça olarak
açıklanır.Açıklama örnekleri genellikle atasözlerinden ya da halk yazınından
seçilir.Bu yüzden genellikle yapıtta Türk halk yazınından dört önemli uzun ağıt
ile birlikte birtakım destan, hikmet, özdeyiş, pendname ve bahriyeler
bulunur.Sözgelimi Türk abecesine göre yeniden düzenlenmiş bir kesit şöyledir:
Alıqtı
/ er alıqtı: Adam alçaldı. Baş alıqtı: Yara azdı bozuldu.alıqar,
alıqmaq.Şu kesitte geçer:
Başı anın alıqtı Yarası onun azdı
Qanı yozup turuqtı Kanı çok akıp durdu
Balıg bolub tagıqtı Yaralanıp dağa çıktı
Emdi anı kim yeter Şimdi ona kim yetişir
Alış: Su
ağzı ve suyun havuza döküldüğü yer.
Alış: Borçluyu
borcu yüzünden sorguya çekme.alış beriş: Bir hakkı alma, bir hakkı
verme.
Alışdı
/ ol mana alım alışdı: O, bana alacağını almakta yardım etti.Başkası da
böyledir.alışur,alışmaq.
Almıla: Elma.
Alp: Yiğit. Alp
yagıda alçak çogıda ‘yiğit düşman karşısında, yumuşak huylu adam savaşta
belli olur”.Şu kesitte de kullanılmıştır:
Alper
Tomnga öldi mü Alper Tunga öldü
mü
Isız
ajun qaldı mu Kötü
dünya kaldı mı
Ödhlek
öçin aldı mu Felek öcün
aldı mı
Emdi
yürek yırtılur. Şimdi
yürek yırtılır.
(Afrasiyap
Han öldü mü? Kahpe dünya kurtuldu mu? Zaman ondan öcünü aldı mı? Şimdi onun
ülkesi üzerine –zamaneye kızarak- yürek parçalanır.)
alpaqut:
tek başına düşmana saldıran, hiçbir yandan yakalanmayan yiğit.Şu keskesitte
de geçer:
budhraç
yeme qudurdı Budhraç yine
kudurdu
alpagutın
adhırdı Yiğitlerini
ayırdı
süsin yana
qadırdı Askerini yine
döndürdü
kelgelimet
irkeşür Gelmek için
toplaşıyorlar
(Yabaku
oymağının beyi Budhraç yine askerleriyle döndü, yiğitlerini seçti, gelmek için
toplandı).
Alqaldı
/ begge alqış alqaşdı: O, benimle alkış alkışladı.Öğmekle alkışta yarış
yapmak da böyledir.Alqaşur,alqaşmaq.Şu kesitte de geçer:
Alplar
arıg alqışur Yiğitler
temiz öldürüşür
Küç
bir qılıq arqaşur Güç
birleştirip arka verir
Bir
bir üze alqaşur Birbirini
övüşür
Edhgermedhip
oq atar Düşünmeksizin ok atar
Alqındı
/ alqındı nen: Bir şey tümden bitti, tükendi./ er alqındı:Adam öldü./ alqınur,
alqınmaq.
Algış:
Dua etme, öğme, birinin iyiliklerini sayma. Ol begge alqış berdi: O beyi öğdü. Yalavaçqa alqış bergil ‘Yalvaç
Muhammet’e selavat getir’.
Alqıştı
/ boy ikki bile alqıştı: İki boy birbirini yok etti.Herhangi birşeyi yok
etmek için, yarışmak da böyledir.alqışur, alqışmaq.
Alqtı
ol tavarın alqtı: O, malının bitirdi ./
Başkası da böyledir.alqar, alqmaq.
Alsadı
/ ol tawarın alsıqtı: Onun malı alındı.Soyundu./ alsıqar, alsıqmaq.
Altın:
Aşağı, alt.
Altun
tarım: Büyük kadınlara verilen bir san.
Alturdum
/ men andan yarmaq alturdum: Ben ondan para aldırdım.altururmen,
alturmaq.
Aluç: Soğutulmuş
nesne. (Besim Atalay bu sözcüğün anlamında ikirciğe düşer.’Soğuk soğutulmuş
nesne’ anlamına gelen Arapça bir süzcük verir.Sonra ‘havu dökülmüş giysi’
anlamına ikinci anlam olarak verir.İki alamın da buraya uymadığını söyler ve
Brockelman’ın savına katılır.’Şeftali’ uymaz der.l.s.122)
Aluçın:
Yenilen, boğumlu ot.
Aluş: Kaşgar’da
bir köy adı.
Altun:
Altın.
Divan’da bir de dünya haritası
bulunur.Bu, ilk Türk dünya haritasıdır.Haritada XI. Yüzyılda Türklerin
oturduları alanlar ve ilişkide bulundukları uluslar pek az yanılgı ile sağlıklı
biçimde gösterilir.Türklerle ilişkisi olmayan uluslara yer verilmez.Denizler
yeşil, bozkırlar sarı, ırmaklar mavi dağlar kızıl ile gösterilir.Haritanın
merkezi Türk hanlarının oturduğu Balasagun kentidir.Dünyanın merkezi olarak da
orası gösterilir.Öbür Türk ülkeleri ona göre yerleştirilir.
Divan’da Türk boylarının 20 ana
kökten geldiği belirtilir.Ama asıl boylar göz önüne alınır.Ayrıca her boy
birkaç uruğa ayrılır.Uruğlar çok olduğu için adları verilmez.Yalnız herkesin
bilmesi gerektiği vurgulanan 22 Oğuz boyu damgaları ile birlikte
açıklanır.Yerleşme durumlarına göre Türk boyları sıralanır.Yer, ulus, kişi
adları ile boy, soy uruğ, aşiret adları gösterilir.Türk yaşam biçimi ve
yerleşmesi üstüne bilgi verilir.
Kaşgarlı o dönem Türk lehçeleri
arasındaki ayrılıkları şöyle özetler:Asıl sözde değişiklik az olur.Değişmeler
yalnız birtakım seslerin yerine başka sesler gelmesi ya da kimi seslerin
atılması nedeniyle doğar.”Buradan çıkarak yer yer kimi lehçe ayrılıklarına
değinir, birtakım yargılara varır.Ona göre en doğru Türkçe, Tuhsı ve Yağma
boylarınındır.Uygur bölgesine dek uzanan alanda Ila, Ertiş, Yamar, İtil
ırmakları çevresindeki Türklerin dili doğru dildir.
Kaşgarlı “akaniye” diye adlandırdığı
Karahanlı Türkçesini “Çağın en ince ve en açık Türkçesi “ olarak tanımlar.Bu
dil ona göre Hakaniye şehzadeleri ile çevresinin dilidir.Gerçekten Hakaniye
Türkçesi Karahanlı devletinin yazın ve resmi devlet dilidir.Nitekim, Yusuf Has
Hacip ünlü yapıtı Kutadgu Bilig’i “Han tilince “ yazdığını bildirir.Kaşgarlı
ayrıca Çiğil, Yağma, Argu ve Uygur ağızlarını, Hakaniye ağzına en yakın ağız
olarak gösterir.Türk ağızlarıiçinde Hakaniyeyi esas alır.Öbür lehçelerdeki
ayrılıkları ona göre açılar.Çiğillerin Karlukların bir boyu olduğunu belirtir.
Oğuzca: Kaşgarlı, Oğuzcaya başka bir
ayrıcalık tanıyor.Oğuzlar, Oğuzeli ve Oğuzca üzerinde oldukça fazla duruyor.Bu
Oğuzların X-XI. yüzyıllarda Orta Asya dünyasındaki önemlerinden
kaynaklanıyor.Oğuz Türkmen boyları daha X. Yüzyılda Sırıderya kıyısındaki
bozkırlardan başlayıp Sırıderya, Maveraünnehir, Harezm ve Horasan bölgelerinde
önemli bir yer tutmuşlardır.XI. yüzyılda Selçuklar batıya göç etmişlerdir.Yeni
toprak kazanımları ile Oğuz egemenliği Azerbaycan, Irak bölgelerine ve dönemin
büyük kültür merkezlerinden biri olan Bağdat’a dek uzanmıştır.
O çağda Oğuzca Karahanlıcadan bütün
yönleriyle ayrılmış değil.Bu yüzden Kaşgarlı yapıtında ortak özellikler
üzerinde ayrıca durmuyor.Karahanlı Türkçesi için verdiği yüzlerce örnek aynı
zamanda Oğuzca için de geçerli.Kaşgarlı ‘Oğuzcadır’ uyarısı ile salt Karahanlı
yazı dili ve öbür ağız ve lehçelerde bulunmayan ve Oğuzcaya özgü sözcükleri
veriyor.
Oğuz Türkçesini, Kaşgarlı, “Dillerin
en yeğnisi Oğuzların, en doğrusu ise Tohsı ve Yağmaların dilidir”
der.Yağmaların dilini “en kolay Türkçe” olarak tanımlar.Hakaniye’den sonra
ikinci Türk yazın dili olduğununu söyler.”Oğuz Türkçesine Kıpçak, Yimek,
Peçenek, Bulgar lehçeleri girer.Oğuzlar Farslarla çok karıştıkları için, birçok
Türkçe sözü unutup Farsçalarını almışlardır” diye açıklar.Bu konuda bir de
atasözü verir:
Başsız börk bolmas,
tatsız Türk bolmas.
Başsız börk olmaz,
Farssız Türk olmaz.
Kaşgarlı, Oğuzca ve öbür Türk
lehçelerinin dil özelliklerini ise şöyle verir:
Oğuzca ve
Kıpçakçada Hakaniceye göre y- ulaması vardır.Sözgelimi:
Yılıg suv / ılıg suv
‘ılık su’ yelkin / elkin
‘konuk’
Oğuzca ve
Kıpçakçada ön ve iç y-, -y- sesinin c-, -c- sesine dönüştüğü olur.
Cincü – yincü ‘inci’ cugdu – yugdu ‘deve kılı’
Oğuzca,
Kıpçakça ve Suvarca’da m- önsesi b- biçimindedir.
Karahanlıca Oğuzca
Men
ben ‘ben’
Mün bün ‘çorba’
Maynak baynak ‘pislik’
Ne ki, b- / m- değişimine uğramı mınar sözcüğünü
de Oğuzca gösteriyor.
Oğuzcada önde ve içte t-, -t-
sesleri d-, -d- sesine dönüşür.Böylece XI. yüzyılda Oğuzda bu değişim
başlamıştır:
Bögde – bökte ‘hançer’ yigde – yikte ‘iğde’
Nitekim karşı örnekleri de verdiği
olacaktır.Kaşgarlı’ya göre t- ile başlayan şu sözcükler de Oğuzcadır:
Tamar ‘damar’ targ ‘darı’
Tamak ‘damak’ telü ‘deli’
Tön- ‘dönmek’ tubul-‘delinmek’
Oğuzca ve ona yakın ağızlarda eski
Türkçenin b sesi v ile karşılanır:
Ev ‘ev’ suvıg / suvuk ‘cıvık’
Tavar ‘cansız mal’ savaş ‘savaş’ savçı
Sevük ‘sevgili’ yavlak ‘kötü, düşkün’
Ancak Kaşgarlı’da, Oğuzcada
sözbaşındaki b- sesleri korunuyor.Henüz v- sesine dönüşmüş değil.
Barmak ‘varmak’ birmek ‘vermek’
Bolmak ‘olmak’
Oğuz, Yağma, Tuhsı, Kığpçak, Yabgu,
Kay, Çumul lehçelerinde Çağataycadaki d sesi yerinde y sesi kullanılır.Kimi
zaman ise hiç kullanılmaz:
Kayın / kadın ‘kayın
ağacı’ ayıg ‘ayı’ (adıg)
Ayrık ‘ayrık otu’
(adrıg)
Burunsal ñ sesi Oğuzcada da
korunur.XI. yüzyılda Eski Türkçenin burunsal ñ ünsüzü Oğuzcada kullanılır.
İñek ‘inek’ yaña ‘dere kıyısı’
Yalñuk ‘cariye’ teñgelgüç ‘dölengeç kuşu’
Bardıñız ‘vardınız’
Hakaniye Türkçesinde kimi zaman yer
adlarının sonunda –g sesi bulunduğu durumlarda Oğuzcada “elif:a” bulunur:
Bargu yir / barası yir
‘varılacak yer’
Turagu ogur / turası
ogur ‘kalkılacak zaman’
Oğuz ve Kıpçakça’da ad ve eylemlerde
söz içindeki –g- sesi düşer.
Çumuk / çumuk ‘ala
karga’
Tamak / tamgak ‘damak’
O evge baran ol / ol evge
bargan ol ‘o eve gidicidir’
Ol er kılını vuran ol /
ol er kılını urgan ol ‘o adam kulunu dövücüdür’
Argu
lehçesinde Hakaniye Türkçesindeki iç ve sondaki –y-, -y sesleri –n-, -n ile
karşılanır:
Kon / koy ‘koyun’ çıgan / çıgay ‘yoksul’
Kanu nen / kayun nen
‘hangi’
Çiğillerde ve Bizans’a dek uzanan
kimi Kıpçak ağızlarında Çağataycanın d sesi z sesine dönüşür.Bu ses Oğuzca ve
kimi başka lehçelerde y sesi ile karşılanır:
Karın toztı / karın
todtı ‘karın doydu’
Azak / adak ‘ayak’
Hakaniye Türkçesinde a- ile
başlayan kimi sözlere Peçeneklerde ve
Hotanlılarda h- ulaması olur:
Hata / ata ‘baba’ hana / ana ‘ana’
Türkçede h- ile başlayan sözcük
bulunmadığı için Kaşgarlı, yukarıdaki örnekleri Türkçe saymaz ve üzerlerinde
pek durmaz.
Geçmiş zaman eki Çin’e varıncaya dek
Uygur, Tuhsı, Çiğil, Argu, Yagma boylarında –dı / -di biçimindedir.Suvar ve
Kıpçak ağızlarında –duk / -dük durumundadır.(Kaşgarlı bu ek üzerinde uzun uzun
durur.) Suvar ve Kıpçaklardan kimi örnekler verir:
Ol anı vurduk ‘o onu
vurdu’
Men munta turduk ‘ben
burda durdum’
Olar evge irdük ‘onlar
eve vardı’
Men yarmak tirdük ‘ben
para topladım’
Kaşgarlı’nın lehçe ayrılığı olarak
gösterdiği özellikler genelde çok yüzeysel özelliklerdir.Ancak Divan’daki
gereçlerde başka pek çok özellik bulunur.Bunların pek çoğuna Kaşgarlı değinmez.
Şamanlık
Türk’ün Divanı, Türklükle ilgili
her bilgiyi verme çabası içinde yoğun bir yapıttır.Böyle bir uğraş
içindeki Kaşgarlı, yeri ve sırası
geldiğinde Türklerin eski inanç düzeni olan Şamanlıkla ilgili birçok
açıklamalarda bulunur.Divan inanç ve töreleri yansıtması ile ayrı bir önem
taşır.Abdülkadir İnan ve Mustafa Canpolat Divan’ın bu özelliği üzerinde
durmuşlardır.Şamanlık ve eski Türk inançlarına bakış açısından Divan ilginç
özellikler sergiler.
İslamlık Türkler arasında yayılmaya
başlayınca eski kamlar, yeni hocalar ve imamlar oluyorlar.Cübbelerini,
külahlarını, davullarını bırakıp sarık bağlıyorlar.Böylece büyük bir güçlükle
karşılaşmadan eski eylemerini sürdürme olanağını buluyorlar.Anadolu’da cinci
hocalar muhabbet muskaları yazıyorlar.Tılsımlar yapıyorlar.Hırsızın sidik
yolunu bağlıyorlar.Anlaşılmaz sözlerlecinleri toplayıp tevbe ettirerek ruh
hastalarını sağaltıyorlar.Yiten eşyanın bulunmasını sağlıyorlar.Fala bakıyor bu
hocalar.Halk bunların birçoğunun şeytanla ilişki kurduğuna da inanıyor.Korku
ile birlikte saygı da besliyorlar.Bu hocaların çoğu okuma yazma
bilmiyor.Sözkonusu kamların günümüze gelmiş uzantıları bunlar.
Kaşgarlı dinine bağlı bir
Müslüman.Bu yüzden başka dinlerden sözederken dili sertleşiyor.Onları
lanetlemekten kendini alamıyor.Budist Uygurlar üzerine ağır hakaretlerle dolu
deyişleri alıyor yapıtına.Şamanizme tutumu ise daha değişik.
Şamanlığa atalardan, dedelerden
kalan ve bir yerde saygı gösterilmesi gereken ininçlar gözü ile bakıyor.Ne ki,
bu hoşgörülü bakış, daha çok Müslüman Türkler arasındaki eski inançlar
için.Müslümanlığı benimsemeyenler üzerine yargıları ağır.Tengri maddesinde şu
ilgi çekici açıklama var:
“Yere batası kâfirler göğe tengri
derler.Yine bu adamlar büyük bir dağ, bir ağaç gibi sözlerine ulu görünen her
şeye tengri derler.Bu yüzden bu gibi şeylere yükünürler.Yine bunlar bilgin
kimseye tengrigen derler.Bunların sapıklıklarından ulu tanrıya sığınırız.”
Yine de zaman zaman duygusal oluyor
Kaşgarlı.Şamanlığa yaklaşımları daha yumuşak.Sevecenlikle bakıyor.İnanmasa bile
gülümseme ile veriyor Şaman geleneklerini.Kaşgarlı kamlara karşı saygılı dil
kullanıyor.Duyduğu yakınlığı gizleyemiyor.Oysa Budist dinanamlarından söz
ederken aynı hoş görüyü gösteremeyecektir.Ondan yüce tanrıya sığınma gereğini
duyacaktır.
Yağış: İslamdan önce
Türklerin adak için, yahut Tanrılara yakınlık elde etmek için kestikleri
kurban.
Kamlar salt dinsel törenleri yöneten
din adamları değil.Bir takım büyü ve afsunlarla sayrıları sağaltan sihirbazlardır.Divan’da
bir arwa-, arwal-, arwaş-, arwış- sözzükleri geçiyor.Şaman dualarında anlamı
bilinmeyen tümceler demek .Şamanistlere göre etkin sözler.Müslüman bakşıların
afsunlarında da anlamı olmayan benzer sözler kalıplar var.Günümüzde Anadolu’da
benzer dualar yapılıyor.Cin tuttuğu söylenen bir kişiyi iyileştirmek için
bölgedeki yüksek dağların, ıssız koyakların adları sıralanıyor.Divan’da bununla
ilgili bir iki sözcük daha var:
Eğit: Göz değmesinden
korunmak için çocukların yüzüne çalınan bir ilaç.
Şamanın görevi de büyü
yapmak.Kur’an’da büyü kesin biçimde yasaklanıyor.Bu yüzden Kaşgarlı, büyü
olayına pek değinemiyor.Yalnızca yelwi veriyor. Yelwi: büyü sihir anlamı
ile açıklanıyor.Örnek olarak da uyaklı bir dörtlük veriliyor:
Onun gözü büyülüdür
Onun özü konuktur
Yüzü ayın on dördüdür.
Yüreğim bundan yaralı
Şamanlıkla
ilgili birçok sözcük Divan’da açıklanıyor:
Abaçı: Umacı, bununla
çocuklar korkutulur.
Abakı: Göz değmesin diye
bostanlara, bahçelere dikilen korkuluk.
Arva: Afsunlamak, “Kam arvaş
arvadı”.
Arvaş: Birlikte afsun
söylemek.Kamlar kanug arvaşdı” Kamlar anlaşılmayan sözler söyledi.Cin
çarpmasına karşı yapılan üfrüklerde de böyledir.
Arvaş: Afsun. “Arvaş arvadı”
büyük afsun yapıldı demektir.
Çıvı: Cinlerden bir
bölük.Türkler şuna inanırlardı ki: İki bölük birbiri ile çarpıştığı zaman bu
iki bölüğün vilayetlerinde halkını kollamak için çarpışırlar.Cinlerden hangi
taraf yenerse onlardan yana çıktığı vilayet halkı da yener.Geceleyin bu
cinlerden hangisi kaçarsa onların bulunduğu vilayetin halkı da kaçar.Türk
askerleri geceleyin cinlerin attıkları oktan korunmak için çadırlarında
saklanırlar.Bu Türkler arasında yaygındır, görenektir.
Iduk / ıdık: Kutlu ve mübarek
olan her nesne.Bırakılan her hayvana bu ad verilir.Bu hayvana yük vurulmaz,
sütü sağılmaz, yünü kırkılmaz, sahibinin yaptığı adak için saklanır.
Irk: Falcılık, kahinlik ve
bir kimsenin gönlündekini bilmek.ırkla-: Önbilicilik yapmak.”Kam
ırkladı:Şman önbilicilik yaptı, ırka baktı.
Isrık: Çocukları periler ve
göz dokunmasına karşı afsunlamak için ilaç yapıldığı zaman söylenir.Çocuğun
yüzüne tütsü verilerek “ısrık, ısrık” denir ki, ey peri ısırılmış olasın”
demektir.
Kam: Ak ve kara temiz
taş.Bunun akını yüzük kaşına korlar.Bununla şimşekten, susuzluktan ve yıldırım
düşmesinden korunurlar.Kaş taşı bulunanlara yıldırım düşmez.Türklerin inancına
göre böyledir.
Kovuç: Cin çarpması
eseri.Böyle olan adamın yüzüne soğuk su serperler.Sonra kovuç kovuç
denir.Üzerlik ve öd ağacı ile tütsülenir.Bu kaç, kaç demek olsa gerektir.
Kovuz: Oğuzlar “kovuç”
kullanırlar.”Yel kovuz bitigi” denir ki, cin çarpmasına karşı afsun üfürük
demektir.
Kösgük: Göz değmesinden
sakınmak için üzüm bağlarına ve bostanlara dikilen nazarlık.
Monçuk: Atın botnuzuna
takılan değerli taş; arslan tırnağı, muska gibi şeyler.
Temür: Kırgız, Yabaku, Kıpçak
ve daha başka boyların halkı and içtiklerinde , yahut sözleştiklerinde, demiri
ululamak için, kılıcı çıkararak yanlamasına öne korlar.”Bu gök girsen kızıl
çıksın” derler.”Sözünde durmasan kılıç kanına bulansın, demir senden öcünü
alsın” demektir.Çünkü onlar demiri kutsal sayarlar.
Tiki: Geceleri işitilen
ses.Türkler öyle sanırlar ki, ruhlar sağ iken yaşadıkları şehirlerde her sene
bir kere toplanırlar, halkı ziyaret ederler.Geceleyin bu sesi kim işitirse
ölür.Bu Türkler arasnda yaygındır.
Uçguk: Uçuk, ingi.
Umay: Son, kadın doğurduktan
sonra karnından çıkan hokka gibi nesne.Buna çocuğun ana karnında eşi denir.Şu
atasözünde de gelmiştir:”Umaya tapınsa oğul olur”.Kadınlar onu uğur sayarlar.
Us: Kerkes kuşu.Bu kuş bir
adamın yüzüne karşı ıslık çalarsa uğur sayılmaz.Bu ölüm işaretidir.
Üngüjin: Çölde insan öldüren
umacı, gulyabani.
Ürüng: Afsuncuya, arabacıya
verilen para.
Yarın: Kürek kemiği.Türklerde
şöyle bir atalar sözü vardır:”Kürek kemiği karışırsa memleket karışır”.
Yat: Taşlarla yağmur ve
rüzgar getirmek için yapılan bir büyücülük.
Yatla-:”yatçı yatladı”: Yada
yaşı kullanan yadacı yada taşı ile afsun yaptı.
Yel: Cin.”er yelpindi”
denilir.Adama yel (cin) çarptı demektir.
Yelpin-: Cin çarpmış.”oğlan
yelpindi” denir ki, “oğlan yele, cine çarpıldı” demektir. Yelpik: Cin çarpması, yele
uğraması.
“Üzüne
soğuk su serpilir, sonra kovuç kovuç denir” diye anlatıyor.
Yelvi: Büyü, sihir, büyücüye
“yelviçin” denir.
Yelbüke: Ejderha, şu savda
dahi gelmiştir: yedi başlıg yıl büke: Yedi başlı ejderha.
Yog: Ölü gömüldükten sonra,
üç yahut iki güne kadar verilen yemek.
Yogla-: Ölü için yemek
vermek.Türklerin göreneği böyledir.
Yog basan: Ölümden sonra, yedi gün verilen yemek.
Ve bir de “bal” başlığı var.Kimi
Türk boylarının “arı yağı” dediklerini söylüyor ve sonra bir dize
veriyor.Çevirisi şöyle:
Vardı sana şeytan
tutarak bal
İpek giyip aklı yufka
olarak kal
Şeytan önüne çıktı, sana bal
sundu.İpek giysi giydirdi, sen ona kandın.”Artık sen deli olarak yaşa” demek
istiyor.Afrasiyab’ın kızı olan Kaz’ın kocası Siyavuş’un öldürüldüğü yer “Yenkend”.Sözü ile ilgili açıklaması daha da
ilginç:
“Ateşe tapanlar her yıl bir gün
buraya gelirler.Siyavuş’un öldürüldüğü yerin yöresinde ağlar, kurban
keserler.Kurban kanını mezarın üzerine dökerler.Görenekleri budur.”
Kuşkusuz bu kanlı kurbanlar, yer
altındaki kötü ruhlar için.Siyavuş onların kötülüklerinden korumak için
kesiliyor.
Eşük: Hanlardan, beylerden birisi
öldüğü zaman, mezarı üstüne serilmek üzere gönderilen kumaş.Bu kumaş sonra
parçalanarak yoksullara dağıtılır.
Kaşgarlı bilinçli olarak eksik
açıklamada bulunuyor: Umay’ı doğrudan doğruya “çocuğun eşi, son” olarak
veriyor.Tanık olarak gösterdiği savdaki Umay’ın bir tanrıça olduğunu da
görmezlikten geliyor.”Tapınsa”: ibadet etse sözcüğünü de Arapçaya “hizmet etse”
biçiminde çeviriyor.
Yarın “kürek kemiği” sözü ile gelen
açıklama da ilginç.”Yarın bulgansa il bulganır”.Anlamı şu; Kürek kemiği
karışırsa il karışır.Eski Türklerde kürek kemiğine bakarak fal açma geleneği var.Kürek
kemiği ile fala bakma, birçok ulusca da bilinen bir şey.Wilhelm Rubruk’a gör
Moğol sarayında kürek kemiği falı büyük önem taşıyor.Kürek kemikleri özel
fırınlarda yakılıyor.Üzerlerinde oluşan çizgilere bakarak, gelecekle ilgili
bilgiler çıkarılır.Kaşgarlı bilerek Şamanlıkla ilgili birçok bilgiyi vermekten
kaçınıyor.O soylu ulusculuk duygusu soydaşlarını kötülemek anlamına gelecek
açıklamalardan alıkoyuyor.Üstelik bir gelenek görenek olarak gördüğü bu ata
inançlarına karşı, inanmasa bile saygısını yitirmiyor.
Yorumlar
Yorum Gönder