OĞUZ TÜRKÇESİNİN TARİHÎ GELİŞME SÜREÇLERİ VE DİVANU LÛGAT-İT-TÜRK / Prof. Dr. Zeynep KORKMAZ

Divanu Lûgat’it-Türk’ün yazılışının 925. yıl dönümü dolayısıyla:
Ansiklopedik bir sözlük olan Divanu Lûgat-it-Türk, kültür tarihimiz için
olduğu kadar, Türk dili tarihi için de önemli bir kaynaktır. Biz, bugün Türk
dilinin metinlerle ulaşılamayan bazı karanlık noktalarının aydınlatılmasında
veya karşılaştırmalı dil çalışmalarında yer yer Divanu Lûgat-it-Türk'teki
kayıtlara dayanmakta ve ondan büyük ölçüde yararlanmaktayız. Yaptığımız bilgi
şöleni ile yazılışının 925. yılını kutladığımız Divanu Lûgat-it-Türk, üzerinde
duracağımız konu bakımından da bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Çünkü,
Oğuzlar ve Oğuzca hakkındaki en eski toplu bilgileri Divan'dan öğreniyoruz.
Kaşgarlı Mahmud, eserinde yer yer yalnız Oğuzlar ve Oğuz ili hakkında değil,
aynı zamanda Oğuz Türkçesi hakkında da oldukça geniş bilgiler vermiştir. Yeri
düştükçe verilen bu toplu ve dağınık bilgileri, yapılan açıklamaları bir araya
getirdiğimizde, Oğuzcanın XI. yüzyıldaki durumu hakkında genel bir birikime
sahip olabilmekteyiz. Kaşgarlı Mahmud'un Karahanlı (Hakaniye) Türkçesi bir
yana, öteki Türk lehçelerine oranla Oğuzcaya vermiş olduğu bu geniş yer,
yalnız Oğuzların XI. yüzyıldaki genel durumunu belirlemekle kalmamış;
dolayısıyla Oğuzcanın XI-XIII. yüzyıllar arasındaki gelişme sürecine de ışık
tutarak bir anahtar vazifesi görmüştür.
Biz Divanu Lûgat-it-Türk'ün yazılışının 900. yıl dönümü dolayısıyla daha önce
hazırladığımız "Kaşgarlı Mahmud ve Oğuz Türkçesi" adlı bir yazımızda Oğuz
Türkçesinin Divan'daki ses ve şekil bilgisi özelliklerini ele aldığımız için,
bugün, konuya yalnız yukarıda belirtilen husus, yani Oğuzcanın XI-XIII.
yüzyıllar arasındaki gelişme sürecinin tespitinde Divanu Lûgat-it-Türk'ün yeri
açısından eğilmek istiyoruz.
Bilindiği gibi Oğuzcanın bir yazı dili olarak varlığını ortaya koyması oldukça
geçtir. Başlangıcı, Oğuzların Anadolu'da kurdukları Anadolu Selçuklu
Devleti'nin sonlarına rastlar. Selçuklu Devleti'nin resmî dili Farsça olduğu
için XIII. yüzyılın ikinci yarısında yazılmış olan eserler de nitelik
bakımından daha çok halka seslenen basit içerikli dinî eserlerdir.
Selçukluların devamı niteliğindeki Anadolu Beylikleri döneminde ise, Oğuz
Türkçesi artık çok yönlü yüzlerce telif ve tercüme eserlerle olgunluğa erişmiş
bir yazı dili durumuna gelmiştir. Eski Anadolu Türkçesi veya Eski Türkiye
Türkçesi diye adlandırdığımız bu dönem XIII-XV. yüzyıllar arasını kaplar.
Oğuzlar VI. yüzyıldan beri tarih sahnesinde oldukları ve Orta Asya' da
kurulmuş Türk devletleri içinde önemli bir etnik kol oluşturdukları hâlde,
lehçelerinin bir yazı diline dönüşmesinin bu kadar gecikmiş olması, her hâlde,
onların tarih sahnesine bağımsız bir siyasî varlık olarak çıkamamış, bağımsız
bir devlet kuramamış olmalarıyla ilgilidir. Ama Oğuz Türkçesine ait birtakım
belirtiler ve bazı özellikler, Köktürk ve Yenisey Yazıtları'ndan beri de
bilinmektedir. Bu bakımdan Oğuzcanın tarihî gelişme sürecini, onların tarih
sahnesindeki etnik, siyasî ve sosyal durumlarına koşut olarak birbirinden farklı
üç ayrı döneme ve dolayısıyla üç aşamaya ayırmak uygun olacaktır. Bunlar:
VI-XI. yüzyıllar arasındaki dönem,
XI-XIII. yüzyıllar arasındaki dönem,
XIII. yüzyıldan sonraki dönemler.
Konumuza giriş yapabilmek için önce birinci dönem üzerinde kısaca duralım:
VI ve XI. yüzyıllar arasını kaplayan ve Türk dili tarihinde Eski Türkçe diye
adlandırılan dönemde, Oğuzlar, sosyal ve etnik varlıklarını Köktürk (552-745),
Uygur (745-840) ve Karahanlı (912-1212) Türk devletlerinin coğrafyasında,
siyasî bakımdan onlara bağlı ve zaman zaman da bu devletler üzerinde önemli
etkiler yaparak sürdüregelmişlerdir. Gerek Orhun ve Yenisey Yazıtları'ndaki
kayıtlardan gerek bu konuda yapılan araştırmalardan, Oğuzların VII. yüzyılın
ilk yarısında Yenisey bölgesindeki Barlık ırmağı yörelerinde, VII. yüzyılın
ikinci yarısından sonra da Tula ırmağı boylarında ve Ötüken yöresinde
oturdukları bilinmektedir. Köktürk yazıtlarında Türk ve Türk olmayan öteki
etnik unsurlar yanında çeşitli vesilelerle yer yer Oğuzların da adı
geçmektedir. Köktürk Kağanlığının Oğuzlarla ilişkisi ise, kimi zaman gergin ve
savaşlı olmuş; kimi zamanlarda da kağanlığın sadık bir metbuu derecesine
yükselmiştir.
Oğuzların, Köktürklerin yerini alan Uygurlar döneminde de Orhun ırmağı
bölgesinde yaşadıkları ve Uygurlarla Köktürk döneminde olduğu gibi, kimi zaman
dostluk ilişkileri içinde oldukları, kimi zaman da savaşlar yaptıkları
bilinmektedir.
Oğuzlar Karahanlılar döneminde de sahnede olmuşlar ve varlıklarını
Karahanlıların batısındaki sınır bölgelerinde sürdürmüşlerdir. IX-XI. yüzyıllar
arasındaki dönemde, Oğuzların Aral gölü kuzeyindeki steplerde ve Seyhun
(Sirderya) ırmağının iki yakasında oturduklarını, tarihî ve coğrafî kaynakların
verdiği bilgilerden öğreniyoruz. Bu Oğuzların daha X. yüzyılda Sirderya (Öküz
ırmağı) boylarında ve Aral gölü kıyılarında Yenikent merkez olmak üzere bir
Yabgu Devleti kurduklarını da biliyoruz. X-XI. yüzyıllar arasında Yenikent'e
ilâve olmak üzere, Haare, Cend, Sepren (Sabran, Savran), Suğnak, Karnak, Karaçuk
(Fârab) şehirlerini de kurmuşlardır. Oğuzların XI. yüzyılda batıda Hazar denizi
kıyısındaki Mangışlag (Siyah Kûh) adını verdikleri yarımadayı ele geçirip orada
yerleştikleri de bilinmektedir. Bu bölgedeki Oğuzlar kısmen göçebe kısmen de
yüksek kültürlü bir yerleşik hayata geçmiş bulunuyorlardı. Oturdukları yerlerde
bir yandan Maveraünnehir'in yerli halkı ile karışmakta, bir yandan da Karahanlı,
Yağma, Çiğil, Argu ve Karluklar ile komşuluk ilişkilerini devam ettirmekte
idiler.
Oğuz Türklerinin lehçelerine gelince: VI-XI. yüzyıllar arasındaki dönemde
Oğuzlar nasıl bağımsız bir devlet kuramamışlar ise, Oğuzcaya dayalı bir yazı
diline de sahip olamamışlardır. Ancak, Eski Türk yazıtlarında olsun, Uygur ve
daha sonraki döneme ait eserlerde olsun yer yer Oğuzcanın yazı dillerine ve
yazılı eserlere yansımış belirtilerini ve bazı özelliklerini de bulmak
mümkündür. Bilindiği gibi Türkçe, VI-XI. yüzyılların Türk devletleri olan
Köktürk, Uygur ve Karahanlılar dönemlerinde, yer, zaman ve kültür alanı
ayrılıklarına, kelime hazinesindeki bazı farklılaşmalara rağmen, genel yapısı
itibarıyla yine de birbirinin devamı niteliğinde tek bir kol hâlinde
ilerlemiştir. Bu bakımdan Oğuzcanın VI-XI. yüzyıllar arasındaki dönemi esas
itibarıyla sisli bir perdeyle örtülmüş bulunmaktadır. Ne var ki, bu dönemdeki
Türk devletlerinin sınırları içinde birbirinden farklı etnik unsurların yer
almış ve bunlara ait dil özelliklerinin yer yer yazı diline de yansımış olması,
yazıtlarda olsun meydana getirilen yazılı eserlerde olsun birtakım lehçe veya
ağız ayrılıklarının doğmasına yol açmıştır. Nitekim W. Radloff, Orhun Yazıtları
yanında, merkezi Turfan olan geniş bir alanda daha başka edebî bir dil olduğunu
ve bu edebî dilin daha sonraki bir sıra Türk lehçelerine temel oluşturduğunu
yazmıştır. Rus Türkologlarından S. E. Malov da Yenisey ve Orhun Yazıtları'ndaki
lehçe ayrılıkları ile eski Kuzey Oğuzcasının etkisine işaret etmiştir. A. von
Gabain ise, Eski Türkçe döneminde, bugüne kadar hangi kavmî unsurlara ait olduğu
tespit edilemeyen beş ayrı lehçenin izleri bulunduğunu belirtmiştir. Ayrıca,
Uygur yazmalarında olduğu gibi, Orhun ve Yenisey Yazıtları'nda da lehçe
ayrılıkları yüzünden bir dil birliğinin bulunmadığına işaret etmiştir. Köktürk
ve Uygur ülkelerinde yukarıda belirtildiği üzere, Oğuzlar da önemli bir yer
tuttuklarına göre, Eski Türkçe döneminde Oğuz lehçesi ile ilgili bir kısım
özelliklerin de kendini göstermesi olağandır. Bizim bu konuda metinler üzerinde
yaptığımız bir araştırma, özellikle Yenisey ve Orhun Yazıtları ile Uygurcanın n
lehçesi metinlerinde belirtiler veya genel eğilimler hâlinde birtakım Oğuzca
özelliklerin de yer aldığını ortaya koymuştur. Daha sonraki yüzyıllarda,
Karahanlı dönemini temsil eden bir eserde de Oğuzcanın belirgin izlerine
rastlanmaktadır. Rus Türkologlarından A. K. Borovkov'un araştırmalarına göre,
Oğuzcanın etkisi, daha eski bir Oğuz-Türkmen edebî an'anesinin varlığını
gösterecek biçimde Anonim Kur'an Tefsiri'nde de yer almıştır. Demek oluyor ki,
VI-XI. yüzyıllar arasındaki gelişme sürecinde, Oğuz lehçesi temelde bir sis
perdesine bürünmekle birlikte, yine de birtakım özelliklerini o devir eserlerine
yansıtmış bulunmaktadır.
Gelelim Oğuzcanın tarihî gelişme sürecindeki ikinci aşamaya, yani XI-XIII.
yüzyıllar arasındaki döneme. Bizi Divanu Lûgat-it-Türk bakımından asıl
ilgilendiren de bu dönemdir.
Türklerin İslâmlığı kabulünden sonra Oğuzların siyaset sahnesindeki yıldızları
da parlamaya başlamış; daha sonraki tarihî olayların da ortaya koyduğu üzere,
Orta-Asya Türk dünyasının batı kesiminde ve İslâm dünyasında çok önemli bir yer
tutmuşlardır.
Yukarıdaki açıklamalar sırasında, Oğuzların X. ve XI. yüzyıllarda Sirderya
ırmağının iki yakasında önemli şehirler kurarak büyük ölçüde yerleşik hayata
geçtiklerine de işaret edilmişti. Kaynaklar XII. yüzyılda bu şehirlere
Barçınlıg-Kent, Eşnas, Uzkent ve Sırlı-Tam gibilerinin de eklendiğini
bildiriyor. Tarihçilerimiz, Divanu Lûgat-it-Türk'ün ve öteki İslâm kaynaklarının
pek çok Oğuz şehirlerinin varlığından söz etmelerini, Oğuzların büyük bir
bölüğünün yerleşik hayat yaşamaları ile ilgili bulmuşlardır. Faruk Sümer de
Oğuzların önemli bir kısmının oturak yaşayışa geçmesinde İslâmlığı kabullerinin
büyük etken olduğunu belirtmiştir. Kaşgarlı Mahmud'un da belirttiği gibi,
yerleşik yaşayışa geçmiş olan Oğuzların yüksek kültürlü bir şehir hayatı vardı.
Ama hemen şunu da belirtmek gerekir ki, Sirderya'nın iki yakasında şehirli
Oğuzlar ile birlikte göçebe Oğuzlar da yaşamaktadır. Hatta Kaşgarlı, göçebe
Oğuzların yerleşik yaşayıştaki Oğuzları alaya alarak onlara yatuk (tenbel)
dediklerini, bunların şehirlerden dışarı çıkmadıklarını ve savaş yapmadıklarını
kaydetmiştir.
Öte yandan XI.-XIII. yüzyıllar arası, Oğuzların Aral gölü kuzeyindeki
steplerden güneye Harezm ve Sirderya bölgelerine sürekli olarak göç ettikleri
bir dönemdir.
Bu Oğuzlardan bir kısmı büyük gruplar hâlinde Harezm yolu ile Horasan
üzerinden Yakın Doğu'ya uzanarak oralardaki Selçuklu Devletlerinin kuruluşunu
hazırlamışlardır. Bilindiği gibi XI.- XIII. yüzyıllar arasında Harezm bölgesinin
Türkleşmesinde, bazı Türk boyları yanında Kıpçaklarla birlikte Oğuzların da
büyük etkisi olmuştur. Görülüyor ki, bu dönemdeki Oğuz nüfuzu yalnız Sirderya
kuzeyindeki steplerden başlayarak Sirderya, Maveraünnehir, Harezm, Horasan
bölgelerinde kalmamıştır. XI. yüzyılda Büyük Selçuklu Devletinin batıya yaptığı
göçler ve fütuhatlarla, bu nüfuz Azerbaycan ve Irak üzerinden Abbasi Devletinin
başkenti ve devrin büyük kültür merkezi Bağdat’a kadar uzanmıştır. Aslında
Kaşgarlı Mahmud’un, eserinde Oğuzlara ve Oğuzcaya bu denli geniş ve ağırlıklı
bir yer vermiş olmasının sebebi de, onların bu dönem Türk dünyasındaki yayılma
durumları ile orantılıdır. XI. yüzyıldan XIII. yüzyıla doğru uzanan bir dönemde,
Orta-Asya Türk dünyasının siyasal ve sosyal yapısında bu denli önemli bir yer
tutmuş olan Oğuzların dil bakımından boşlukta kalmış olmaları imkânsızdır.
Konuya dil tarihi açısından baktığımız zaman XI.-XIII. yüzyıllar arasındaki
dönemde özellikle XII. ve XIII. yüzyıllarda Harezm bölgesinin yeni yazı
dillerinin oluşmasına kaynaklık ettiğini ve bir beşik vazifesi yaptığını
görüyoruz. Bu bölgede bir yandan, ileride Çağataycaya temel oluşturan
Karahanlı Harezm Türkçesi temelinde bir yazı dili kurulurken bir yandan da
Batı Türkçesinin kuzey kolunu oluşturan Kıpçak Türkçesi ile güney kolunu
oluşturan Oğuz Türkçesi ilk şekillenmelerine başlamış görünüyor.
Oğuz Türkçesinin doğrudan doğruya kendi lehçe özelliklerine dayalı metinleri
en erken XIII. yüzyıl sonlarında ortaya konduğuna göre, acaba bundan önceki
yüzyıllarda Oğuz lehçesi ne durumda idi? Bu dönemde Eski Anadolu Türkçesinin
kuruluşuna öncülük eden bir geçiş dönemi yaşanmış mıdır? Yaşanmışsa, dil yapısı
nasıldı?
Takdir olunur ki, bir yazı dilinin kurulması kolay değildir. Hele Oğuzca gibi
uzun yüzyıllar konuşma dili olarak süregelmiş bir lehçede bu durum daha da
önemlidir. Zamana bağlı tarihî, sosyal ve etnik şartların gerekli kıldığı bir ön
hazırlık devresinden geçmesi olağandır. Durumun aydınlanabilmesi için de tarihî
olayların seyrine bağlı gelişmeler ile dil tarihinin ortaya koyduğu veriler
birlikte değerlendirilmelidir.
Orta Asya’da XI.-XIII. yüzyıllar arasındaki dönemde Karahanlı Türkçesi ortak
yazı dili durumunda olduğuna göre, Oğuzların yerleşik ve üstün kültür
düzeyindeki şehirli kesimi, ilk yüzyıllarda her hâlde bu yazı dilini benimsemiş
olmalıdır. Öte yandan XI-XIII yüzyıllar arasında Oğuzların Orta Asya’nın batı
kesiminde geniş bir alana yayıldıkları, geçirdikleri tarihî seyir ve Sirderya
boylarında yerleşik Oğuzlar ile göçebe Oğuzların iç içe yaşamış olmaları, gibi
hususlar ile Oğuzların kendi lehçe yapısındaki bazı değişme ve gelişmeler
dikkate alınınca, XI-XIII. yüzyıllar arasındaki Oğuz Türkçesinin, yerleşik,
şehirli Oğuzların aracılık ettiği, Karahanlı Türkçesi ile Oğuzca özellikler
arasında olacağını tahmin etmek güç değildir.
Bugün elimizde yazılış tarihleri belli veya belli olmayan ve taşıdıkları dil
özelliklerine göre XII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIII. yüzyılın ilk yarısına
giren birkaç eser vardır. Behçetü’l hadaik, Ali’nin Kıssa-i Yûsuf’u, Kudurî
Tercümesi, Kitab-ı Güzîde, Kitabu’l feraiz ve kitaplıklarda henüz yazma
hâlinde bulunan bazı eserler gibi. Bilindiği üzere bu eserlerde Eski Anadolu
Türkçesinden farklı olarak Oğuzcaya ait dil özellikleri ile Karahanlı yazı
diline ait özellikler iç içe girmiş ve olga bolga dili diye adlandırılan bir
“karışık dilli eserler” sorunu ortaya çıkmıştır. Bu karışık dilin ne ifade
ettiği konusunda da birbirinden farklı iki temel görüş ortaya atılmıştır.
Bunlardan biri, bu türlü eserlerdeki dil karışıklığını bu eserlerin farklı
lehçe alanlarına mensup müstensihler tarafından kopya edilmesine veya
Horasan’dan göç etmiş göçmenlerin, Doğu Türkçesi ile Batı Türkçesi arasında
bocalamalarından kaynaklanan şahsî ve anorganik etkilere bağlayan görüştür.
Merhum Reşit Rahmeti Arat ve Sadettin Buluç, biz ve Mustafa Canpolat bu
eserlerdeki dilin bir geçiş dönemini temsil ettiği görüşündeyiz (Şeyyat Hamza
vb.’nin Doğu Türkçesinde yazılmış şiirlerindeki durumu bununla karıştırmamak
gerekir). Ancak böyle bir görüşün geçerlik kazanması, konunun tanıklayıcı
örneklere bağlanmasını gerekli kılmaktadır. İşte bu noktada bize Kaşgarlı
Mahmud’un Oğuzca için verdiği bilgiler yardımcı olmaktadır.
Karışık dilli eserlerde yer alan özellikler ile Kaşgarlı Mahmud’un Oğuzca için
verdiği özelliklerin yan yana getirilmesi, aralarında genel bir ortaklık ve
koşutluk olduğunu ortaya koymakta; Oğuzcanın XI.-XIII. yüzyıllar arasında böyle
bir geçiş süreci yaşadığını göstermektedir. Şimdi durumu Karahanlı yazı dili ile
Eski Anadolu Türkçesi arasında ayraç (kriter) oluşturan bazı özellik ve
örneklere dayanarak açıklamaya çalışalım:
Kaşgarlı eserinin Oğuzcaya ayırmış olduğu bölümünde, lehçe ve ağız
ayrılıklarından söz ederken, “asıl kelimede değişiklik az olur, Değişmeler
ancak birtakım harflerin yerine başka harfler gelmesi yahut atılması
yüzündendir” (Terc. c. I, s. 30-31) dediğine göre, Oğuzcanın Karahanlı
Türkçesine oranla gösterdiği ayrılıkta, ses değişmelerinin ağırlığına işaret
etmiş olmalıdır.
O, yaptığı açıklamalarda, her iki kolda ortaklaşan kelime ve şekillere
dokunmamıştır. Tahsin Banguoğlu Divan’da Oğuzca diye gösterilen 265 kelime
tespit ettiğine göre, bunun dışında pek çok kelimenin her iki lehçede de ortak
olduğuna hükmedilebilir. Nitekim Divan’da yer alan on, ün, ögüt, öküz, ülüş,
aşuk "topuk kemiği", uluk "eskimiş, yıpranmış, bozuk", erük, ogul, üzüm,;
"ad", "aç", üt-, ulaş- vb. pek çok kelime hiçbir kayıt olmadığı hâlde Oğuzca
ile ortaklaşan sözlerdir.
Divan’da ön sesteki b->m- değişimi açısından, Oğuzca, genellikle b-
yanındadır. Kaşgarlı Karahanlı Türkçesindeki men (ben), mün "çorba", mayak
"pislik" şekillerine karşı Oğuzca için ben, bün (Div. Terc. I, 31) ve baynak
"pislik" (c. III, 175-13) şekillerini vermiştir. Ama buna rağmen, yer yer
Oğuzca olarak gösterilen m’li örnekler de vardır. muñar "pınar" (III, 376)
gibi. Oğuzca bekleş- ve beklet- fiillerinin açıklaması yapılırken verilen
cümleler ol maña at bekleşti "o bana at gözlemekte yardım etti" (II.,
203-204), men at beklettim "ben at beklettim" (II, 341) biçimindedir. Yine
Oğuzca aşat- fiili için ol maña aş aşattı "o bana yemek yedirdi" (I, 210-4)
cümlesi kullanılmıştır. Buna daha başka örnekler de eklenebilir. Esasen
Divan’da ses yapısı farklı olmayan kelimeler için bir açıklama yapılmadığına
göre bu dönem Oğuzcasında ön seste b-’li kelimeler yanında m-’li kelimelerin
varlığını da kabul etmek gerekiyor.
Aynı durum karışık dilli eserler için de söz konusudur. Mustafa Canpolat
Behçetü’l-hadaik’ta b->m- açısından m-’li şekillerin baskın olduğunu; ancak,
bunun yanında beñ (228-21), beñgü (279-15), beñiz (189-9) gibi b-’li örneklerin
de bulunduğunu kaydediyor. Buna m-’li şekiller için men, maña, anuñça (241-3),
meñiz (191-1,2), meñgü (163-24) ve meñze- (11-18, 15-2) şekillerini de
ekleyebiliriz.
Aynı durum Kudurî Tercümesi için de söz konusudur. Eserde ben (15b-15), benüm
(43b-12), beñzer (41b-16), bindürdüñ (60a-10), biñ (65a-2) vb. şekiller yanında
men (11b-15), menim (36b-4), munuñ (3b-11), mundan (6b-10), meñzer (5b-10) vb.
şekiller de yer almıştır. Ali’nin Kıssa-i Yusuf’unda da bu ikili durum göze
çarpmaktadır.
Ayırıcı nitelikteki bir başka özellik de ön, iç ve son seslerdeki b>v
değişimidir.
Kaşgarlı Mahmud, Karahanlı Türkçesinde b ile f arasında boğumlanan çift dudak
w ünsüzünün Oğuzlarda diş-dudak sesi v’ye dönüştüğünü kaydetmiş ve ab>av (I,
31-32) eb-ev (göst y.) örneklerini vermiştir. Eserin başka yerlerinde de Oğuzca
kaydıyla tavar “cansız mal” (I, 362), savaş (II, 82), savçı “sözcü” (III, 325),
sewük (I, 92), sevün- (III, 153), yavlak “kötü” (III, 43) vb. sözler yer
almıştır. Bu durum b>v değişiminin yalnız iç ve son seslerde gerçekleştiğini
gösteriyor. Nitekim ön seslerdeki b’ler bar “var”, bar- “varmak”, bar! “git!”,
bardım “gittim”, baran “varan” (I, 31, 33, 339), bir- “vermek”, bol- “olmak”
(II, 45-47 arası) gibi örnekler ile koruna gelmiştir.
Behçetü’l-hadayık’ta da ön ses b’leri aynı biçimde korunmuştur: bar (128-5,
139-19), bar- (105-12, 158-23), barış- “görüşmek, konuşmak” (29-6); bir-
“vermek” (70-4, 116-2) vb. Kudurî Tercümesinde de bar “var” (34a-17), bar-
“varmak” (3a-6), barmaga (112a-7), birge “verecek” (8a-12), birsün “versin”
(64b-2), bolga “olacak” (53a-15), bolur (93b-11) gibi sözler aynı durumu
yansıtmaktadır.
Ön seste t->d- değişimi bakımından Divanu Lûgati’t-Türk’le Kudurî Tercümesi ve
Behçetü’l- hadaik arasında zaman farkı oranında yine genel bir paralellik
gözlenmektedir. Kaşgarlı t->d- değişimi için: “Oğuzlar ile onlara yakın
olanlar kelimedeki t- harfini d- harfine çevirirler. Türkler (Karahanlılar)
deveye tewey bunlar devey derler” (I, 31-19 ve öt.) diyor. Bu açıklamayı XI
yüzyılın ikinci yarısında t->d- değişimi başlamıştı diye değerlendirebiliriz.
Ama bunu, Oğuzcada kurallı bir t->d- değişiminin var olduğu biçiminde
yorumlamak mümkün değildir. Çünkü, eserde bu değişimin genel durumunu
açıklayacak pek çok örnek vardır. t->d- değişimine uğramış dakı “dahi, daha”
(II, 195) gibi örnekler bir yana, t- ünsüzünü korumuş ince ve kalın sıradan
daha nice örnekle karşılaşılmaktadır. Kaşgarlı tamak “damak”, tamar “damar”,
tarıà “darı”, tavar “davar”, tegül “değil” telü “deli”, teñelgüç “dölengeç
kuşu”, teriñ “derin”, til “dil”, tokı- “dokunmak”, töl “döl”, tön- “dönmek”
vb. ince ve kalın sıradan sözleri de “Oğuzcadır” kaydı ile verdiğine göre
t->d- için yaptığı açıklamayı kurallı bir değişim olarak kabule imkân yoktur.
Bu ikili durumun, Eski Anadolu Türkçesi yolu ile yer yer bugüne kadar bile
uzandığı dikkate alınırsa, bu dönüşümün XI. yüzyılın ikinci yarısında yeni
başlamış olduğuna hükmedilebilir.
Kaşgarlı’nın eserindeki ikili durum aynı şekilde d-'li ve t-’li örneklerle
Kudurî Tercümesi’nde de görülmektedir: dañ “tan vakti” (15a-2), dart- (32b-3),
davar (35b-14), dapu “hizmet” (78b-2), danuk (10b-3,8), daşı- (39a-13), dürlü
(40a-10), dükel (25b-7), delü (21a-3); taà (6a-1), ti- (45a-9), tört (7a-16),
taş (9b-1), tanuk (62b-14) tavar (46b-12) vb.
t->d- değişimindeki zaman farkının getirdiği gelişmeler dolayısıyla
Behçetü’l-hadaik’ta Türk ve tümen kelimeleri dışında ince sıradan kelimelerde
d-‘li biçimin yaygın olduğu; kalın sıradan kelimelerde de ikili durum bulunduğu
belirtiliyor.
Karahanlı Türkçesi ile Oğuz Türkçesini birbirinden ayıran önemli ayraçlardan
biri de ek ve hece başlarındaki à/g ünsüzleri ile birden fazla heceli
kelimelerin sonlarındaki à/g ünsüzlerinin durumudur. Kaşgarlı à/g değişmesi
ile ilgili olarak çumàuk>çumuk “ala karga”, tamàak “damak”, tavışàan>tavşan,
baraàan>baran “varan, varıcı”, uraàan>uran “vuran” örneklerini vermiştir. (C.
I-33). Eserin başka yerlerinde baràan, uràan, kuràan, kakılàan, sokulàan, ayıà
(I-79), satàaş- “karşılaşmak” (II, 169), tuàrak “tuğra” (I, 385), yazıàçı
“yazıcı, postacı” (II, 55) vb. örneklerin de verilmiş olması, g düşmesi
olayının bu devirde başlamış; ancak, tamamlanmamış olduğunu gösteriyor.
Bilindiği gibi bu olayın tamamlanması XIII. yüzyıl sonlarındadır. Kudurî
Tercümesi'nde de g ünsüzünün belirtilen yerlerde ve yerge (6b-7), erge “ere”
(61b-6), kılàa “kılacak, kılsın, kılmalıdır”, bolàa (61b-10) bizge (61b-5)
arıà “temiz” (1b-8) yatsıà “yatsı vakti” (14a-6), batıà (64b-16) örneklerinde
korunmuş; dapu “hizmet” (78b-2), dürlü “türlü” (40a-10), úamu (15a-16) ulu
(27b-5), biren “veren” (54a-3) başlu (86a-5), yazuklu “günahkâr” (108b-2) vb.
örneklerde de düşmüş olması, genellikle Divan’a koşut bir durumu ortaya
koymaktadır. Behçetü’l-hadaik’ta da uluà (132-14), úapuà (82-14), tapuà
(294-17), yalàan (30a-9), boràu “boru” (113-4), eygü (31-8), körgemen (243-8),
uràalar "vuracaklar"(54-10), ölgesi “ölecek” (311-19), kurtaràa “kurtaracak”
(327-13), yatàasın (116-8) gibi g’li örneklere rağmen zamanın getirdiği
gelişme dolayısıyla Oğuzca özelliği baskın durumdadır. Karışık dilli eserlere
olga bolga dili denmesinin sebebi de ek başı g’lerinin Eski Anadolu Türkçesine
göre gösterdiği bu ayrıcalıktır.
Kaşgarlı’nın verdiği bilgiye göre XI yüzyıl sonlarında Oğuzlarda ê>y değşimi
iêiş “tas, bardak, tencere” (I, 61, 62) aêruk (I, 98) gibi bir iki istisna
dışında tamamlanmış sayılabilir. Durum ayaà “ayak” (65a-9), ayàır (541b-11),
ayır- (23a-7), ayru (27a-7), uyu- (84a-8) gibi örneklerle Kudurî’de de
aynıdır. Behçet’de de iêi “Tanrı” ve boêak “boya” sözleri dışında y’li
şekiller hâkimdir.
Aynı durum şekil bilgisi özellikleri için de söz konusudur. Yukarıda sıralanan
özellikler konuyu aydınlatacak yeterlikte olduğu için daha fazla örnek vermeyi
gereksiz sayıyoruz.
Bizim vaktiyle Selçuklu Oğuzcası veya Doğu Oğuzcası, G. Doerfer’in de Doğu
Selçukçası diye adlandırdığı bu karışık dilli dönem, Oğuz Türklerinin Anadolu
bölgesinde bağımsız olarak yerleştikten sonra kendi lehçelerine ait özellikleri
konuşma dilinden yazı diline aktarmaları ile durulmaya başlamıştır. Bu durulma
eski yazı dilinden gelme özelliklerin körleşmesi ve Oğuz lehçesine ait
özelliklerin yoğunlaşması biçiminde kendini göstermiştir. Dolayısıyla XIV.
yüzyıldan başlayarak artık Oğuz Türkçesinde tarihî gelişme sürecinin üçüncü
dönemine geçilmiş bulunmaktadır. Hatta XV. yüzyılda “olga bolga” dilindeki
eserlerin Anadolu’da iyice yadırganır olduğunu, Muhammed Baydur’un, Kitâb-ı
Güzîde’yi “aydın ve ruşen Türki’ye aktarırken” düştüğü kayıttan anlıyoruz.
Yukarıdan beri yapılan açıklamalar ortaya koymuştur ki, Oğuz Türkçesi XI-XIII.
yüzyıllar arasında karışık dilli bir geçiş dönemi yaşamıştır. Bu dönemin dilinde
kendini gösteren özellikler, bazı dilcilerimizin sandığı gibi sırf eserlerin
istinsah yeri ayrılıklarından veya kişisel ağız yapılarından gelen anorganik
özellikler değildir. Belki bir dereceye kadar bu türlü etkenler de söz konusu
olabilir. Ama, bizce esas itibarıyla o günün tarihî ve sosyal şartlarının
oluşturduğu belirleyici organik özelliklerdir. Bu konuda, Divanu Lügâti’t-Türk’e
dayanarak yapılan karşılaştırmalar, durumu çok daha sağlıklı bir biçimde ortaya
koymakta ve öteki ihtimalleri bizce dayanıksız bırakmaktadır. Oğuz Türkçesinin
tarihî gelişme sürecinin tespitinde bir anahtar vazifesi gören ve bir dönüm
noktası oluşturan bu değerli bilgiler için Kaşgarlı’ya ne kadar teşekkür etsek
azdır. Onun aziz hatırası önünde saygı ile eğiliyor ve sözlerimizi ruhu şad
olsun diyerek bitiriyoruz.

Yorumlar