Birbiriyle Karıştırılan Sözcükler



Yadsımak
1 . Yaptığı bir işi, söylediği sözü veya tanık olduğu bir şeyi yapmadığını, bilmediğini söylemek, yaptığını saklamak, inkâr etmek.
2 . İlgili, bağlı bulunduğu bir şeye yabancı kalmak.
3 . (Tanrı'nın varlığını) Tanımamak, inkâr etmek.
Öykünmek
Birinin yaptığı gibi yapmak, birine veya bir şeye benzemeye çalışmak, taklit etmek: "Ölçümüz ve ölçütümüz, varsa yoksa batı. Batıya öykünüyoruz."- T. Dursun K.
Etkin
1 . Hareketli, işleyen, çalışan, faal, aktif.
2 . ( felsefe) Fiilde bulunan, etkinlik gösteren, edilgin karşıtı.
3 . ( kimya) Kimyasal tepkimelere katılma yatkınlığı gösteren (molekül, atom).
Etken
1 . Etki yapan (her şey), müessir, faktör: "Yazınımızın gelenek değiştirmesine bağlı olarak, değişik etkenleri var bu durumun."- N. Cumalı.
2 . ( kimya) Bir madde üzerinde belli bir değişiklik yapan, müessir.
3 . ( gramer) Doğrudan doğruya öznenin yaptığı işi anlatan fiil, edilgen karşıtı, malûm.
Yazın
Edebiyat.
Ekin
1 . Tahılın tarlaya atıldığı andan harman oluncaya kadar aldığı duruma verilen ad: "Yağmur vaktinde ve yeterince yağmalı; ekinlere kına, pancarlara kurt düşmemeli."- T. Buğra.
2 . Kültür, hars.
Utku
Birçok emek ve tehlikeli uğraşmalar pahasına erişilen mutlu sonuç, yengi, zafer: "Bir sestir dünyayı sevimli kılan / İnsanı ölümsüz yapan utkudur."- F. Halıcı.
Öngörü
Bir işin ilerisini kestirme veya bir işin nasıl bir yol alacağını önceden anlayabilme ve ona göre davranma.
Varsayım
Kanıtlanmadan, geçici veya kalıcı olarak benimsenen önerme; deneyle henüz yeter derecede doğrulanmamış ama doğrulanacağı umulan teorik düşünce, faraziye, hipotez.
Önyargı
Bir kimse veya bir şeyle ilgili olarak belirli şart, olay veya görüntülere dayanarak önceden edinilmiş olumlu veya olumsuz yargı, peşin yargı, peşin hüküm: "Faraziyenizi çok yanlış ön yargılara oturtuyorsunuz."- H. Taner.
Sezgi
1 . Sezme yeteneği, feraset: "Kaynana, yaman halk kadını sezgisi ile teşhisi koymuştur."- H. Taner.
2 . Sezme gücü yerinde olan kimse.
3 . ( felsefe) Gerçeğin deneye veya akla vurmadan, doğrudan doğruya kavranması.
İvedi
1 . Çabuk davranma zorunluluğu, acele.
2 . (sıfat) Çabuk yapılan, ivedili, acil, müstacel.
Nitelik
1 . Bir şeyin nasıl olduğunu belirten, onu başka şeylerden ayıran özellik, vasıf, keyfiyet: "Cumhuriyet çağında burası eski niteliğini yitirmeye başlar."- S. Birsel. "Niteliğini kestiremediği müzmin iştahsızlıktan yorgun düşmüş."- A. İlhan.
2 . Bir şeyin iyi veya kötü oluşu, kalite.
3 . ( felsefe) Bireyi, nesne veya yaşantının bir yönünü, ötekilerden ayırt etmeye yarayan ve ölçebilen özellik, keyfiyet.

Nicelik
1 . Bir şeyin sayılabilen, ölçülebilen veya azalıp çoğalabilen durumu, kemiyet, miktar.
2 . Bir şeyin eşit parçalara bölünebilen ve ölçülebilir olan yanları.
3 . Genellikle sayılabilen, toplamı doğrudan sayı olarak belirtilebilen genel özellik.
Özgün
Yalnız kendine özgü bir nitelik taşıyan, orjinal: "Eskinin doğa ile uyuşan, özgün yapılarını yakıp, yerine yabancı, öykünme, yaratıcılıktan yoksun yapılar dikerek çirkinleştirdik."- N. Cumalı.
Özgü
Özellikle birine veya bir şeye ait olan, belli bir kimsede veya şeyde bulunan, has, mahsus: "Halis sporculara özgü sevimli bir çocukluk ve candanlık içinde kocamışlardı."- H. Taner.
Özge
Başka: "Güzel sever diye isnat ederler / Benim haktan özge sevdiğim mi var?"- Karacaoğlan. "Birini yakıştırsan, özüne özgesine bakacak değilim."- M. Ş. Esendal.
Öznel
Özneye ilişkin olan, öznede oluşan, nesnelerin gerçeğine değil, bireyin düşünce ve duygularına dayanan, enfüsî, sübjektif, nesnel karşıtı.
Nesnel
1.Nesne ile ilgili, nesneye ilişkin, öznel karşıtı.
2 . (mecaz) Gerçeğe varmak amacıyla, taraf tutmadan inceleme yapan, hüküm veren, afakî, objektif.
3 . ( felsefe) Bireyin kişisel görüşünden bağımsız olan, objektif.
İzlenim
1 . Bir durum veya olayın duyular yolu ile insan üzerinde bıraktığı etki, intiba: "Bildik sevinç ve üzüntülerin yerini yabancı - çoğu hoyrat - duygu ve izlenimlerden oluşan bir curcuna almıştı."- A. İlhan. "İlk izlenim olarak bana pek zeki görünmedi."- Ç. Altan.
2 . ( psikoloji) Uyaranların, duyu organları ve ilişkili sinirler üzerindeki etkileri veya belirli bir durumun kişi üzerindeki çözümlenmemiş bütün etkisi, intiba.
Kanıksamak
1 . Çok tekrarlama sebebiyle etkilenmez olmak; alışmak: "Zira dehrin her türlü cilvesini kanıksamış olmam lâzım gelen şu yaşta bile..."- Y. K. Karaosmanoğlu. "Beriki zaten kanıksadığı cefakâr bir yaşamı kabullenmiş, sürdürüp götürmektedir."- H. Taner.
2 . Bıkkınlık getirmek, usanmak, alışmak: "Şaştım kaldım demiyorum, çünkü böylelerini göre göre kanıksadım."- A. Gündüz.
Öz Eleştiri
Bir kişinin kendi davranışları üzerine yönelttiği yargı, otokritik.
(DİL YANLIŞLARI)
Ayrıntı: Detay, teferruat, tafsilat
Ayrılık: Görüş ve duygular arasındaki uymazlık, farklılık
İki ülke arasındaki ayrıntıyı (Y) görüp karşılaştırmak ihtiyacını duymuştu.
(D) ayrılığı
Ayrıcalık: imtiyaz, üstünlük
Ayırım: Benzer şeyleri birbirinden ayıran özellik
Köy ile şehir arasındaki ayrıcalığı (Y) kısaca belirtelim.
(D) ayrılığı
Azımsamak: az bulmak
Küçümsemek: küçük görmek, değer ve önem vermemek
Bu düşünceyi kimi yüceltecek, kimi azımsayacak. (Y)
(D) küçümseyecek
Ücret: işgücünün karşılığı
Fiyat: Bir ürünün karşılığı
İşçilerin fiyatı (Y) artırılmalıdır.
Yayım: Basmak ve dağıtmak
Yayın: Yazmak ve hazırlamak
Yayın: Radyo ve TV iletileri
Radyoda yayımlanan (Y) habere göre av yasağı başlamış.
(D) yayınlanan
Birikim: Gözlem ve deneyler sonucu elde edilmiş olan şey
Birikinti: Bir yerde kendi kendine birikmiş olan şey
Sanatçı arkadaşımız birikintilerini (Y) bize anlattılar.
(D) birikimlerini
Süre: Bir olayın başı ile sonu arasında geçen zaman aralığı
Süreç: Aralarında birlik olan ya da belli bir düzen içerisinde tekrarlanan ve gelişen olay ve hareket dizisi.
Kitaba aldığı bu yazılar, gerçekte siyasal gelişme süresinde(Y) önemli bir tavır takınmayı vurgulamaktadır.
(D) sürecinde
Bağımlı: Başka bir şeyin gücüne veya yardımına bağlı olan, özgürlüğü ve özerkliği olmayan
Bağlı: Bir bağ ile tutturulmuş olan, belli şartı gerektiren ya da gönülden gelerek mensubiyet oluşturan
Ekinlerin gürleşmesi yağmura bağımlıdır. (Y)
(D) bağlıdır
Etkin: faal, aktif,
Etken: Etki yapan, faktör
Etmen: Belli bir sonuca götüren güç, faktör
Tepki: Herhangi bir etkiye karşılık olarak doğan söz ya da davranış
Tanzimat Fermanı, Fransız İhtilali ile Avrupa’da yayılan düşüncelerin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk tepkisidir. (Y)
(D) etkisidir
Özen: İtina
Özenti: Beğendiği şeye benzeme çabası
Bir çiçeğe özenti (Y)gösterildiğinde çiçek daha çabuk gelişir.
(D)özen
Güçlenmek: Güçlü duruma gelmek
Güçleşmek: Zorlaşmak
Hayat günden güne güçlenmektedir. (Y)
(D) güçleşmektedir
Yankılanmak: sesin geri dönmesi
Yansımak: Işık dalgalarının aksetmesi
Rönesans’ın penceresinde Hümanizmin ışıkları yankılandı.(Y)
(D) yansıdı
Özel: Bir kişiye, bir şeye ait olan
Özge: Başka, diğer
Özgü: has, mahsus
Özgün: Orijinal, kendine özgü nitelik taşıyan, benzerlerinden ayrı.
Çileğin özgün(Y) bir kokusu ve tadı var.
(D) özel
Gönül, senden özgü(Y) yar bulamadım.
(D) özge

Yorumlar