DADALOĞLU HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ

DADALOGLU HAKKINDA BIRKAÇ SÖZ
                                                                          
          S.Burhanettin AKBAŞ
            Acaba halk arasında Yörük, Türkmen, Avsar gibi kavramların birbirinden ayrılan yönleri var mıdır diye düşündüm. Bir adam, eğer Doğuda ya da Anadolu’nun iç bölgesinde yaşıyorsa ona Türkmen deniyor; aynı adam, Ege bölgesine ya da Rumeli’ye doğru yürümüşse ona da “Yörük” deniyor. Yani adamın değiştiği yok ama isim değişiyor. Kayseri’de Avşarlar, “Türkmenler bizim emmi oğlumuz” derler. Çünkü Kayseri’de Avşarlar sayıca çoktur ve boy adlarını unutmamışlardır. Halbuki Avşar bir boy adıdır, Türkmen ise Oğuz’un karşılığı, yani bütün Oğuz boylarının tamamına verilen bir isimdir.  Öyleyse Avşarlar da Türkmendir ve Avşar Türkmeni demek daha doğrudur.
                Bir de son güzlerde asıllarını söylemekten çekinen ve kem küm eden adamlarla karşılaştım. “Biz Pınarbaşı tarafından gelmişiz ama emin olun, ben oraları hiç bilmem, oralarda yaşamadım, ben doğma büyüme şehirliyim” vs. diyorlar. Bu sözler ekonomik durumunu düzeltmiş insanlarda daha fazla gözüküyor. Bunda sıkılacak ne var anlamadım. Adamcağız göğsünü gere gere Türkmen’im  diyemediğine göre, başka asaletler arıyor kendisine demek ki... Bu memlekette Yörük, Türkmen, Avşar, Kızık, Kayı olmak asaletlerin en şereflisi değil midir? Bu ülkede Türk olmak, bu ülkeyi fetheden fatihlerden olmak değil midir? 
                Kayseri’nin yerlisi olduğunu söyleyen bir başka muhterem zat da kendisini Türkmenlikten sıyırmaya uğraşıyor. Ne garip... 240 metrekarelik evde oturmak ya da lüks arabalara binmek Türkmenlikten çıkmayı gerektirmez. Kayseri, Moğol istilasından sonra yerle bir edildi ve şehirde sadece vahşi köpekler kaldı. Şehri Türkler yeniden kurdular. Kadı Burhanettin, Ömeroğlu Cüneyt, Türkmen beyleriydi ve Kadı Burhanettin, Salur boyundan geliyordu. Alaaddin Ali, Uygurların beyi idi. Yani Kayseri’nin mahallelerini Uygurlar ve Türkmenler kurdular. Şehrin Türk halkı bunlardan müteşekkildir.
                Kayseri’nin eski zamanlarına baktığımızda, mesela M.1500’de mahallerin tamamında Türkmen nüfusun bulunduğu anlaşılıyor. Örnek olması açısından ifade edeyim, bu tarihte Karataş Yörükleri İncesu tarafından gelip Hasünlü Mahallesini, Ramazanlılar Develi tarafından gelip Dündar Mahallesini, Kabaklılar ve Sarıkeçililer gelmişler Hüseyinli Mahallesini, Şerefliler Zamantı’dan gelip bir kısmı İslamlu’ya (Himmetdede, Yemliha bölgesi) bir kısmı da şehre gelip Şeref Mahallesini, Eymür boyundan gelen Hacı Bayramlılar, Bayram Hacı Mahallesini, Avşar boyuna mensup Selmanlılar ve Hacıivazlılar, Selmanlı ve Haciivaz Mahallelerini kurmuşlar. Kayı boyundan gelen Karakeçililer kendi adlarıyla Kara Keçili mahallesini kurdular. Kızık boyundan gelenler de Bozatlı Mahallesini kurdular. Hülasa, 505 sene önce Kayseri’de gayrimüslim nüfusun karşısında nüfusun yüzde doksanı Türk’tü. O zamanki Türkler de kendilerinin oymak adlarını mahallelere verdiler ve bu isimler bize yadigar kaldı.
                16. yüzyilda Karacaoğlan, Kayseri’ye de yer verdiği şiirinde bakın ne diyor:
                Ali dağı, Erciyes’in eteği
                Sümbüller yatağı, güller biteği
                Yüce tepelerin Avşar yatağı
                Burcu burcu kokar gülün Erciyes
                Yani daha 18. yüzyıldaki büyük Avşar göçü gerçekleşmeden önce, 16. yüzyılda Kayseri’de önemli ölçüde Avşar nüfusu vardı. Lakin 18. yüzyılda Anadolu’da Türkmen ya da Avşar olmak hiç de kolay bir şey değildi. Devlet, Türkmen aşiretleriyle öyle bir gerginlik çıkarmıştı ki zaman zaman çatışma ortamı doğmaktaydı. Bir taraftan Osmanlı ordusuna asker veren insanlar, yeri geliyor kendi çocukları ile savaşmak zorunda bırakılıyordu. Göç, sürgün, salgın hastalık, bitip tükenmeyen huzursuzluklar ve zaman zaman da ortaya çıkan, katliam derecesine varan kıyımlar...
                1785'te Dadaloğlu böylesine bir gerginlik içinde göçebeliği sürdüren bir  Avşar (Türkmen)  çocuğu olarak dünyaya geldi. Seksen üç yıl süren uzun    hayatı boyunca   Osmanlıların başından altı padişah gelip geçti : I. Abdülhamit (1774-1789), III.  Selim (1789-1807), IV. Mustafa (1807-1808), II. Mahmut  (1808-1839), I.  Abdülmecit (1839-1861), Abdülaziz (1861-1876).
                Osmanlı Devleti'nin Kanuni Sultan Süleyman'dan sonra girdiği gerileme dönemini reformlarla durdurmaya uğraşan, iç çözülmeleri önlemek, güçsüzleşen merkezi yönetime karşı başına buyruk yerel yönetimlerin  oluşmasını engellemek için çaba gösteren bütün bu  padişahlar, göçebe  aşiretlerin belirli  bölgelere yerleştirilmelerini, devlete vergi, orduya asker  vermek için sayımdan geçirilmelerini sağlamaya çalıştılar.
Dadaloğlu, Osmanlılardan gelen baskılara yıllarca direnerek göçebeliğini  sürdüren, sırasında yayladan yaylaya kaçan, sırasında üstüne  gönderilen devlet  güçleriyle savaşan Avşar boyuyla birlikte çok çetin bir ömür sürdü. Son  yıllarının "Ferman padişahın dağlar bizimdir" diye  seslenmesine sebep olan   büyük acısını ise Abdülaziz'in 1865'te kurup geniş yetkilerle donatarak, göçerlik  sorununu kökünden çözmek üzere,  Derviş Pasa komutasında bölgeye gönderdiği "Fırka-i Islahiye" karşısında tattı.
                Kitaplar hep Dadaloğlu’nun bir aşiret şairi olduğunu söylerler. Dadaloğlu, bir aşiretin değil, bütün Türk Milletinin şairidir. Onun şiirinde Avşar boyunun aklı karalı nice günleri, maceraları anlatılır ama şiirleri dikkatlice incelendiğinde Dadaloglu’nun birçok Türkmen beyi ve oymağı hakkında da bilgi verdiği görülür. Mesela, Cerit Türkmsnlerinin beyi Memici Ağa’ya sesleniyor ve diyor ki:
                Bire Memicioğlu'm unutma bunu
            Lorsun benim derdin haniya Hunu
            Unuttun mu kuzum geçen günleri
              Yalman kalpak geyer idi beyleri
                Bu şiiri okuyunca devlet tarafından sürgüne gönderilen Avşarların yurdu Binboğa’ya Cerit Türkmenlerinin yerleşmesinin Dadaloğlu’nu kızdırdığını görüyoruz.
                Bir başka şiirinde Kozanoğlu Beylerinden Küçük Ali Oğlu Halit Bey’i methediyor:
                        Âsik DADAL, varsın ünün söylensin
                    Haleb'in paşası sofrasını dürsün
                    Beylan'ın beyleri pekmezin satsın
                    Tuğlar sana lâyık Küçük Ali Oğlu
                Bu övgünün sebebi de Kozanoğullarından Küçük Ali Oğlu’nun üzerlerine gönderilen kuvvetleri mağlup ederek, bölgede hükümdarlığını Osmanlı’ya karşı ilan etmesidir.
                Bu örneklerde olduğu gibi daha birçok Türkmen ve Avşar beyleri onun şiirine konu olur. Elbeyli Beyi Osman Pasa, Reyhanlı Aşireti beyi Mürseloğlu Haydar, Avşar beyi Mirza Oğlu, Türkmenoğlu Kara Ahmet, Kozanoğlu Yusuf Ağa, Çapanoğlu, Mühazimoğullarından Tırnaksız Ahmet Paşa gibi daha birçok Türkmen beyinin macerasını Dadaloğlu’nun şiirinde takip etmek mümkün gözüküyor.
                Dadaloğlu gibi büyük şairleri sadece “aşiret şairi” deyip geçiştiremeyiz. O, “Ferman padişahın dağlar bizimdir” diyecek kadar yiğit, “severim kir atı, bir de güzeli” diyecek kadar ince ruhlu ve
            Gönülden gönüle yol gider derler
           Onu sürmeye bir hosça can gerek,
 diyecek kadar “bilge” bir kişiliğe sahiptir. O, bu topraklara meftun olmuş bir gelenek şairidir.
              Bereket var toprağında taşında
              Kırık kırık eser yelin Binboğa
              Seyfilerin döner yani başında
              Faraz avcı ister yerin Binboğa
             
              Dadaloğlum der ki, sen seni tanı
              Adam Arap ata vermez mi yemi?
              Sana derim sana dağlar sultanı
              Sana eş olur mu, Belit, Binboğa
Derken “dağlar sultanı” dediği Binboğa’ya duyduğu sevginin göstergesi olan bu mısralarda onun yaşadığı çevre şiirine konu olur.
                Dadaloğlu, yaşadığı zamana tanıklık etmiştir. Onun anlattığı tarihi vakalar, tarihçilerin kendi bakış açılarıyla ele almaları gereken birçok hadisenin tahliline de kolaylık sağlamaktadır.
               Aşağıdan iskan evi geliyor
              Bezirganlar koç yiğide gülüyor
              Kitabın dediği günler oluyor
              Yoksa devir döndü ahir zaman mı?
             
              Asağıda akça çiğin ötünce
              Katar başı mayaların sökünce
              Sahtan ferman Türkmen ili göçünce
              Daha da hey Osmanlıya aman mı?
              
                Dadaloğlu, yaşadığı çevre olan Çukurova, Uzun Yayla, Aziziye ve Orta Anadolu’nun büyük bir şairi olmaktan öte bir yere gelmektedir. Onun halisane ve tertemiz Türkçesi, Dadaloğlu’nun Yunus Emre ile başlayıp Pir Sultan’la, Karacaoğlan’la devam eden geleneğin bir halkası olduğunu göstermektedir. “Ferman padişahın dağlar bizimdir” sözü gibi bazı sözlerinin artık halk dilinde deyim ve atasözü durumuna getirilmesi ise onun Nasreddin Hoca gibi halk lisanını etkilediğini göstermesi bakımından önemlidir.

                Büyük Atatürk’ün bir sözü var ki benim hayatımda yeri çok büyüktür. “Türk demek, Türkçe demektir” diyor. Kişilerin ve toplulukların adı ne olursa olsun Türkçeye ve Türk Milletine hizmet etmiş her insan başımızın her zaman tacı olmuştur. Dadaloğlu da Türkçeye büyük hizmetlerde bulunmuş bir ozan olarak Türk Milletinin hayatında asla unutulmayacak ve her zaman hak ettiği yerini alacaktır.

Yorumlar