KİTABIN
ADI: KÜÇÜK AĞA
KİTABIN
YAZARI: Tarık BUĞRA
YAYIN
EVİ: Milli Eğitim Yayınları
BASIM
YILI: 1990
1.
KİTABIN KONUSU:
Kitap, Birinci Dünya Savaşı ile birlikte,
Osmanlı Devleti’nin durumunu, bir
Anadolu kasabası olan Akşehir'den yola çıkılarak , kurtuluş mücadelesi-nin bir
bölümü anlatılmaktadır.
2. KİTABIN ANAFİKRİ:
Kitabın anafikri,
Kurtuluş Savaşı’nı sırasında vatan ve millet sevgisi, bağımsızlık
duygusu gibi konuların önemini ortaya koymaktadır.
3. KİTAPTAKİ OLAYLAR VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Küçük Ağa(İstanbullu Hoca): Kurtuluş mücadelesine büyük
hizmetler vermiş binlerce kişiden biri.
Salih:
Birinci Dünya Savaşı’nda sağ kolunu kaybetmiş ve hayatının anlamını Kurtuluş
Mücadelesi ile tekrar kazanan biri.
Çerkez
Ethem: Kurtuluş Savaşı başlarında, vatan ve millet için büyük hizmetler vermiş,
cephede büyük başarılar göstermiş, fakat düzenli orduya geçme kararı
alındığında, tamamen zıt fikirleri benimsemiş ve zararlı olmuş bir çete reisi.
Doktor
Haydar Bey: Dünya Savaşı’nda Yüzbaşı rütbesiyle görev yapmış ve milli mücadele
yıllarında Kuvayı Milliye’ye büyük hizmetler vermiş bir asker.
4. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER
Türk
toplumunun verdiği en büyük milli mücadele örneği olan Kurtuluş Savaşı,
gerçekçi şekilde bize yansıtılmıştır. Dönemin zorlukları, şartları ve kişilerin
fedakarlıkları abartısız biçimde anlatılmıştır. Kitabın yazılışında kullanılan
dil, ağır olmakla birlikte, kitabın anlaşılmasını zorlaştırmaktadır.
5.
KİTABIN ÖZETİ:
Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle, bir çok asker memleketlerine
geri döner.Zayiatın büyüklüğü evlerine dönen erlerin çoğunun gazi oluşuyla daha
da iyi anlaşılmaktadır. Bu erlerden biri de Salih adlı Akşehirli bir askerdir.
Kolunu kaybeden Salih, memlekete gittiğinde çok şeyin değiştiğini
görür.Önceleri dost olarak yaşayan Rumlar ve kendi halkı birbirinden soğur.
Salih’in samimi arkadaşı olan Niko da bir Rum’dur ve gelişmelerden o da
etkilenir. Yunan ve İngiliz ordularının işgal haberleri geldikçe ve iki halkın
birbirine olan düşmanlığı artar.Salih ise yüzyıllardır Osmanlı himayesinde
rahatça yaşayan Rumların bu davranışını bir ihanet olarak görmekle beraber,
arkadaşı Niko’dan kopamaz. Rumlarla olan dostluğu kasabalı tarafından fark
edilir ve kasabalı Salih’i dışlar.Salih artık sürekli Niko ve O’nun çevresiyle
dolaşır. Osmanlı ve Padişah’a olan güvenci de sarsılır. Kaybettiği kolunun
hayatına tesiri büyük olur. Kimsenin O’na hak ettiği saygıyı göstermediğine
inanan Salih, ibadetten uzaklaşır. Öte yandan, halk işgallere tepkisiz kalmama
kararı alır, fakat bunun kimin önderliğinde yapılacağı karmaşası vardır.
Salih, günler geçtikçe kendi kasabalısının tepkisini üstüne çeker ve
artık istenilmeyen biri olur. Bu sırada, kasabaya “İstanbullu Hoca” adında bir
hoca gönderilir. İstanbul’dan gönderiliş amacı: Kasabada padişaha ve Osmanlı’ya
bağlılığı teşvik edici düşünceyi sağlamaktır. Hoca gerçekten de çok etkili bir
insandır ve halkın büyük beğenisini ve takdirini kazanır.Vaazlarda, cemaate
Osmanlı padişahı ve din lehinde düşüncelerini aktarır. Bu sırada, memlekette Hoca’nın düşüncesine tam ters
olmamakla birlikte, kurtuluş ümidi olabilecek bir örgüt kurulur. “Kuvayı
Milliye” adı verilen bu örgüt, Anadolu’da işgalleri önlemek, İstanbul ve
padişah yönetiminin boyunduruğundan kurtulmak için kurulmuştur. Fakat Kuvayı
Milliye’nin işi çok güçtür. Memlekette işgallere karşı veya işgallerden yana
bir çok örgüt vardır. Hoca’nın vaazları Kuvayı Milliye ilkelerine ters
düşmektedir. Hoca her fırsatta padişaha bağlılıktan bahsetmektedir, Kuvayı
Milliye ise padişahtan kurtulmak, yeni bir yönetim kurmak amacını gütmektedir.
İşte bütün bu ihtilaflar dolayısıyla Kuvayı Milliye yandaşları ve Hoca arasında
bir elektriklenme ve zıtlaşma meydana gelir.Hoca ise, halka kendini çok
sevdirmiştir, çünkü her yönüyle iyi ve
doğru bir insandır. Fakat, Hoca da kendi içinde bir yandan yaptığı işin
gerçekten doğru olup olmadığının sorgulamasını, padişaha olan güvencinin
doğruluğunun şüphesini yoklamaktadır. Kuvvacılarla Hoca arasındaki çatışma,
zamanla iyice açığa vurur ve vaazlarda
Hoca, karşıt fikirler açıklar.
Olaylar
gelişirken, Salih ise unutulmuşluk ve terkedilmişlikten bir kaçış olarak,
Kuvayı Milliye’ye katılmaya verir. O’nu bu kararı vermeye zorlayan başka bir
şey ise yakın arkadaşı Niko’nun da sonunda Osmanlıya karşı savaşta yer
almasıdır. Salih, bu ihanetin öcünün peşinden koşacak ve kurtuluş mücadelesinde
büyük rol oynayacaktır.Kuvvacılar, bir türlü hizaya gelmeyen Hoca hakkında ölüm
emri çıkartır. Hoca, karısı, çocuğu ve en önemlisi de halkın zorlamasıyla, Akşehir’den
kaçar ve çete reislerine sığınır. Kuvvacılar ile arasında yaşanan kovalamacadan
sağ kurtulur ve yanına adam da alarak bir kasabaya sığınır. Hoca, hangi tarafta
yer almak gerektiğinin hesabını yapmaktadır. Kuvvacılar, Hoca’yı kaçırdığı için
üzgündür ve Salih’i O’nu bulmakla görevlendirir. Kuvayı Milliye her geçen gün
başarı kazanmakta ve güçlenmektedir. Salih, Hoca’yı bulur ve padişah
hizmetinden vazgeçirerek, Kuvvayı Milliye yararına çalışmaya ikna eder.
Salih ve
Hoca, Çerkez Ethem’in kardeşi Tevfik Bey’in çetesine katılırlar. Çerkez Ethem
ve kardeşleri, milli mücadelede en büyük rollerden birini üstlenmiş ve gerek
düşman işgallerine gerekse ayaklanmalara karşı başarılar sağlamışlardır. Fakat
düzenli ordu ve İsmet Paşa’nın emri altına girmek söz konusu olunca, Çerkez
Ethem ve kardeşleri, zıt bir tavır takınarak, Kuvvayı Milliye’ye ve Ankara’ya
karşı isyan bayrağı açmıştır. Hoca ise, bu yolun yanlış olduğuna inanır ve
onları bu yoldan döndürmek için planlar kurar. Hoca’nın amacı, Çerkez Ethem ve
kardeşlerini, Kuvvayı Milliye’ye karşı cephe almaktan vazgeçirmek olmasa bile,
olası bir isyan halinde güçlerini zayıflatmaktır. Bu sırada, Hoca, Salih’ i
haber edinmek için Akşehir’e yollar.
Akşehir’de ise Hoca öldü bilinmektedir.Oysa Hoca hayattadır ve yeni kimliği
“Küçük Ağa” ile Kuvvayı Milliye yararına çalışmaktadır. Hoca’nın Kuvvayı
Milliye yararına çalıştığı haberi, Salih tarafından Akşehir’de sadece Kuvvacı
olan birkaç kişiye duyrulur ve memnuniyet yaratır. Başta Kuvayı Milliye
hareketine büyük hizmet vermiş Doktor olmak üzere Kuvvacılar Hoca’nın kendi
saflarına katılışından büyük haz duyarlar.
Hoca,
Ethem’in İsmet Paşa hizmetine girmemek için yapacağı en büyük saldırı olan
Kütahya saldırısında, O’na bir oyun oynayarak başarısızlığını sağlar ve Kuvayı
Milliye’ye en büyük hizmetini vermiş olur. Ethem ise, Yunanlılara sığınır.
Hoca, bütün bu ihtiras ve gücü elinde bulundurma tutkusuna kapılan insanlardan
nefret etmektedir. Savaş alanından başka bir cephede de mücadele verilir,
iktidar çekişmeleri büyük tehdit oluşturur. Hoca bunu acıyla farkeder. Ankara
ise, Hoca’nın başarılarından haberdardır ve kendisini Ankara’ya davet eder.
Daveti kabul eden Hoca, Ankara’nın durumunu yakından görür ve cephede
savaşmanın, bu iktidar kavgasında yanlış düşünenlere ve hainlere verilecek savaştan daha kolay
olduğunu düşünür. Fevzi Paşa, Hoca’ya yakınlık gösterir. Hoca, bütün bu
kişiliklerin önemini daha iyi anlar. Memleket, zafere doğru gitmektedir ve bu
noktada Ankara ve Melis’e büyük iş düşmektedir. Bu sırada Küçük Ağa, yani İstanbullu
Hoca, Ankara'da kendisini Akşehir'den
tanıyan ve bir zamanlar zıt fikirleri yüzünden tartıştığı Kuvvacı Doktor ile
buluşur. Doktor böyle saygıdeğer birinin kendi saflarına katılışından duyduğu
mutluluğu Hoca’ya söyler ve asıl kimliğini bilenin sadece kendisi olduğunu,
kendisi dışındakilerin O’nu “Küçük Ağa” diye tanıdıklarını anlatır.Hoca ise,
artık özlediği eşi ve çocuğunun özlemiyle yanmaktadır.
Küçük
Ağa, Fevzi Paşa ile birlikte, Akşehir’e gelir ve burada da tanınmadığını ve
Küçük Ağa olarak bilindiğini görür. Eşi ve Çocuğu hakkında bilgi alır ve
çocuğunu bulur, fakat eşinin durumu kötüdür. Eşine geldiğini haber eder, fakat
kadın ölmek üzeredir ve oğlunu Hoca’ya emanet ettiğini söylemekle kalır ve
günler sonra da ölür. Hoca, daha sonra Ankara’ya döner ve mücadeleye devam
eder.
6.
KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA
BİLGİ
2 Eylül 1918 tarihinde
Akşehir'de doğdu. İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu. İstanbul Lisesi'nin yatılı
kısmında okurken bu lisenin yatılı kısmının kapatılması üzerine kaydını Konya
Lisesi'ne aldırdı ve liseyi burada bitirdi. (1936). Lise yıllarında Tarık Nazım
müstear ismiyle hik(ye ve şiirler yazmaya başlayan Tarık Buğra, İstanbul
Üniversitesi Tıp ve Hukuk fakültelerinde bir süre okuduktan sonra kaydolduğu
Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümü'nün son sınıfında ayrıldı.
Askerlik hizmetinden sonra Şişli Terakki Lisesi'nde muallim muavini olarak işe
başladı.Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada Oğlum(uz) adlı öyküsüyle bin liralık büyük ödüle layık görüldüğü ilan edildi. (1948). Ancak, Tarık Buğra'ya bu para yerine altın bir kalem ödül olarak verildi. Aynı yarışmada Doğan Nadi'nin bölük komutanı birinci ilan edildi ve bu zatın hikayeci olarak adına ikinci bir kez daha rastlanılamadı. Yine de bu ödül neticesinde aldığı yoğun iş teklifleriyle basın hayatına atılma konusunda cesareti artan Tarık Buğra, Akşehir'e dönerek Nasrettin Hoca gazetesi'ni çıkardı (26 Temmuz 1949-28 Haziran 1952). Milliyet gazetesi, Vatan, Yeni İstanbul gazetesi (1952- 1956), Yol Dergisi (1968) ve Tercüman gazetesinde (1970-1976) sanat sayfaları düzenledi, fıkralar yazdı, yazı işleri müdürlüğü yaptı. Hisar dergisi ve Türkiye gazetesinde de yazan Tarık Buğra, 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul'da öldü.
Yorumlar
Yorum Gönder