Hacı Arif Bey
Besteci
1831 yılında İstanbul'da Eyüp semtinde doğdu. Eyüp
Şeri'ye Mahkemesi Başkâtibi Bekir Efendi'nin oğludur. Daha ilköğrenimi sırasında
güzel sesiyle dikkati çekti. Kendisiyle önce Zekâi Dede ilgilendi ve onu besteci
Eyyubî Mehmed Bey'e götürdü. Arif Bey ilk musiki zevkini, bilgisini Mehmed
Bey'den aldı. Altı yaş büyüğü olan, geleceğin değerli bestecisi Zekâî Efendi,
onu hocası Dede Efendi'yle tanıştırdı; musikiye karşı büyük yeteneği olduğunu
Dede Efendi de görmüştü. Arif Bey 1844'te Mehmed Bey'in yardımıyla Bab-ı
Seraskeri'ye memur olarak girdi. Bir yandan çalışıyor, bir yandan da musikiye
vakit ayırıyordu. Bir süre Mehmed Bey'in Muzika-yı Hümayun'daki derslerine
dışardan devam etti. Çok geçmeden sesinin güzelliğini haber alan Sultan
Abdülmecid Han onu Muzika-yı Hümayun'a aldırdı. Saray'daki musiki hocası besteci
Haşim Bey'dir. Haşim Bey'den çok yararlandı, ondan yüzlerce eser öğrendi. Okuyuş
üslubunu da ondan aldığı söylenir.
Abdülmecid Han, Arif Bey'e Saray'da büyük yakınlık
gösterdi; onu "kurena"lık (mabeynci) rütbesine kadar yükseltti, dördüncü Mecidî
nişanıyla ödüllendirdi. Arif Bey haremdeki cariyelerin musiki hocalığı görevini
de yürütüyordu. Bu dersler sırasında Çeşm-i Dilber adlı bir cariyeye âşık oldu.
Padişahın izniyle Çeşm-i Dilber'le evlenerek Saray'dan ayrıldı. İki çocukları
oldu. Ama bu evlilik yürümedi Çeşm-i Dilber, çocuklarını Arif Bey'e bırakarak
bir tüccarla evlendi. Arif Bey, "Niçin terk eyleyip gittin a zalim", "Düşer mi
şanına ey şeh-i hûban" dizeleriyle başlayan kürdilihicazkâr şarkılarını
terkedilmenin acısı üzerine besteledi.
Bir süre sonra Abdülmecid Han tarafından "serhanende"
olarak yeniden Saray'a alındı, gene haremdeki musiki dersleri hocalığıyla
görevlendirildi. Besteci bu kez gene bir cariyeye, Zülf-i Nigâr Hanım'a âşık
oldu. Bu olay Saray'da duyulur duyulmaz, Abdülmecid Han onları evlendirdi.
Zülf-i Nigâr'ın kısa bir süre sonra veremden ölmesi, besteciye yeni bir acı
kaynağı oldu. "Olmaz ilaç sine-i sadpareme" ve "Kemer çehre peri rû tende
cânımsın-Nigârım dilberim ruh-i revanım" şarkıları bu acının
ürünleridir.
İkinci kez evlenirken de Saray'dan ayrılan besteci,
yeniden Saray'a dönmek istiyordu. 1861'de Abdülmecid Han ölmüş, yerine kardeşi
Abdülaziz Han tahta çıkmıştı. Arif Bey, besteci Rıfat Bey'in yönetimindeki Saray
Fasıl Topluluğu'na "serhanende" olarak alındı; ayrıca gene cariyelerin musiki
hocalığıyla görevlendirmişti. Onu iki kez evliliğe götüren bu görev, üçüncü kez
de aynı sonucu verdi. Arif Bey bu kez Pertevniyal Valide Sultan'ın
nedimelerinden Nigârnik Hanım'a âşık oldu. Musiki dersleri sırasında doğan bu
ilişki de, padişah ile valide sultanın uygun görmesiyle, evlilikle
sonuçlandırıldı.
Ömrünün sonuna kadar Nigârnik Hanım'la evli kalan
Arif Bey'in Saray'daki bu üçüncü görevi on yıl sürdü. Ününün artık doruğundaydı.
İstanbul'un musiki çevrelerinde, konaklarda, özel meşkhanelerde yapılan musiki
toplantılarında en çok aranan sanatçıydı. 1871'de tekrar Saray'dan ayrıldı.
Şura-yı Devlet'te, Beykoz Aşar müdürlüğünde beş yıl memur olarak çalıştı. Sultan
Abdülaziz'in ölümünden sonra Muzika-yı Hümayun'da girişilen tasfiye sonucu Arif
Bey de açığa alındı. V. Murad'ın üç aylık padişahlığından sonra Sultan II.
Abdülhamid Han tahta çıktı. Besteci uzun bir süre işsiz kaldı, geçim derdine
düştü. Zincirlikuyu'da bir çiftlik evine çekilip çevreden koptu. Bu sırada
1877-78 Osmanlı-Rus savaşı (93 Harbi) patlak verdi. Arif Bey savaş yıllarını
çiftlikte geçim sıkıntısı içinde geçirdi.
Savaş bittikten sonra Osmanlı Sarayı bestecinin
yokluğunu yeniden hissetmeye başladı. Arif Bey'in içinde bulunduğu durum
Abdülhamid Han’a iletildi. Bunun üzerine besteci yeniden Saray'da
görevlendirildi. Hacı Arif Bey'in öğrencilerinden besteci Levon Hancıyan'ın
anlattığına göre, Saray'a alınışı şöyle olmuştu: İran şahı Nasıreddin,
eserlerini çok beğendiği Arif Bey'i İran Sarayı'na davet eder, padişahtan da
besteciye izin verilmesini rica eder. Türk musikisinden öteki padişahlar kadar
zevk duymamakla birlikte, Arif Bey'in şarkılarını seven Abdülhamid, şaha
bestecinin Saray'dan ayrıldığından haberi olmadığını söyler ve onu yeniden
Saray'a aldırır. Arif Bey bu arada Şirazlı Hafız'ın bir gazelini besteleyerek,
İstanbul'a gelen şaha sunar. Eseri çok beğenen şah, besteciyi bir nişanla
ödüllendirir.
Muzika-yı Hümayun'da dördüncü kez görevlendirilen
Arif Bey'e kolağası rütbesi verilir, ama bu ona göre küçük bir rütbedir. Arif
Bey önceki padişahlardan gördüğü ilgiyi Abdülhamid Han’dan göremediği vehmiyle
huzursuz olur. Sarayın eski canlı havası da kaybolmuştu; siyasi durum gittikçe
gerginleşmekteydi. Abdülhamid'den umduğu yakınlığı görmeyen besteci, kimi zaman
Zincirlikuyu'daki eve çekilerek sade bir yaşayışın verebileceği mutluluğu aradı,
kimi zaman da padişahla çatışmayı göze alan davranışlarda bulundu. Abdülhamid'in
"Şu şarkıyı oku", diye verdiği bir emre karşı, mabeynciye, "ben onun babasından
çok saygı gördüm." Bana, "Şu şarkıyı oku" diye emir veremez. Sanatta padişah
iradesi geçerli değildir. Cevabını vermesi üzerine, Saray'da hapsedildi. Elli
gün sonra, nihavent makamındaki "Ahteri düşkün garibim, âşık-ı avareyim"
şarkısını besteledi. İlk dizedeki "yıldız" anlamına gelen Farsça "ahter"
kelimesi "talii düşkün" biçimine dönüştürülerek şarkı Abdülhümid Han’ın
huzurunda okundu. Eseri çok beğenen padişah, besteciyi
bağışladı.
Arif Bey ölünceye kadar Muzika-yı Hümayun'daki
derslerine devam etti. 1885 İstanbul'da öldü. Yahya Efendi Dergâhı mezarlığına
gömüldü.
Şarkı formuna yenilik getirdi
Hacı Arif Bey Türk musikisinin en büyük
bestecilerinden biridir. Klasik dönem bestecilerinin pek kullanmadıkları şarkı
formuna yepyeni bir kimlik kazandırmış, bir şarkı bestecisi olarak yeni bir
çığır açmıştır. Arif Bey'den sonra "şarkı", bestecilerin en çok işledikleri form
olmuştur. Arif Bey klasik formlarda birkaç eser besteledikten sonra başarılı
olamadığını görerek doğrudan doğruya şarkı besteciliğine yönelmiştir.
Eski şarkılar arasında, şarkı formuna ya da formun
farklı türlerine örnek gösterilebilecek kuruluşta eserlerin sayısı az değildi,
ama şarkı formlarının kesin kurallara bağlanması ilk kez Arif Bey'in eserleriyle
gerçekleşebilmiştir. Arif Bey kendisinden sonraki şarkı bestecilerini bu yolda
etkilemiş, böylece şarkı kesin biçimini almıştır.
Kürdilihicazkâr makamı
Hacı Arif Bey hiçbir zaman tekdüzeliğe düşmez; hemen
her şarkısına yeni bir renk katmasını bilir, kullandığı makamın o zaman kadar
işlenmemiş bir yönünü yakalar. Sekiz zamanlı üç vuruşlu "müsemmen" usulü onun
buluşudur. Türk aksağını çok başarılı bir biçimde kullanır. Şarkılarında beste
ile güfte tam bir bütünlük içindedir. Kürdilihicazkâr makamını da Arif Bey
oluşturmuştur.
Nota bilmezdi ama
Hacı Arif Bey bütünüyle Türk musikisinin sözlü
öğrenim geleneği içinde yetişmiş bir besteciydi. Nota bilmiyordu, herhangi bir
saz da çalmazdı. Ama çok güçlü bir hafızası vardı, bini aşkın eser ezberindeydi.
Çok iyi bir okuyucuydu. Şevki Bey, Levon Hancıyan, Zati Arca gibi öğrenciler
yetiştirdi.
Arif Bey Mecmua-i Arifi adlı bir de güfte derlemesi
yayınladı; bu derlemede sanatçının kendi şarkıları da vardır.
Bine yakın eser bestelediği söylenir, ancak 337
parçası notalarıyla günümüze kalmıştır. Bunun 327'si şarkı, 10'u öteki
formlardaki eserlerdir. Bu 10 eserin de altısı ilahi, biri tevşih, biri durak,
biri beste, biri de yürük semaidir.
Yorumlar
Yorum Gönder