KİTABIN ADI
|
Anamın Kitabı
|
KİTABIN YAZARI
|
Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU
|
YAYINEVİ VE ADRESİ
|
İletişim Yayınları Cağaloğlu / İSTANBUL
|
BASIM TARİHİ
|
1999
|
KİTABIN KONUSU
|
Yazar çocukluk anılarından bahsetmekte,
bunu yaparken de şuuraltı tekniğinden yararlanmaktadır. İnsanın alınyazısının
çocuklukta yazıldığını ve hangi yaşa girerse girsin, şuuraltında daima
çocukluk kaldığını savunur.
|
KİTAP HAKKINDAKİ YORUMLAR
|
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun belki bütün
romanlarımın anahtarlarını verdiğim kitabım dediği “Anamın Kitabı”onun en
önemli eserlerinden biridir.
|
YAZARIN HAYATI
|
27 Mart 1889'da Kahire'de doğdu.
İlköğrenimine ailesiyle birlikte gittiği Manisa'da başladı. 1903'te İzmir
İdadisi'ne girdi. Babasının ölümünden sonra annesiyle yine Mısır'a döndü,
öğrenimini İskenderiye'deki bir Fransız okulunda tamamladı. 1908'de başladığı
İstanbul Hukuk Okulu'nu bitirmedi. 1909'da, arkadaşı Şehabettin Süleyman
aracılığıyla Fecr-i Âti Topluluğu'na katıldı. 1916'da tedavi olmak için
gittiği İsviçre'de üç yıl kadar kaldı. Mütareke yıllarında İkdam
Gazetesi'ndeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı'nı destekledi. 1921'de Ankara'ya
çağrıldı ve bazı görevler verildi. 1923'te Mardin, 1931'de Manisa
Milletvekili oldu. Bir yandan da gazeteciliğini ve roman yazarlığını sürdürdü.
1932'de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail
Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı.
Savunduğu bazı görüşler aşırı bulunduğu için Kadro Dergisi'nin 1934'te
yayımına son vermek zorunda kalmasından sonra Tiran Elçiliği'ne atandı. Daha
sonra 1935'te Prag, 1939'da La Haye, 1942'de Bern, 1949'da Tahran ve 1951'de
yine Bern Elçiliklerine getirildi. 27 Mayıs 1960'tan sonra Kurucu Meclis
Üyeliği'ne seçildi. Siyasal hayatının son görevi 1961-1965 arasındaki Manisa
Milletvekilliği oldu. 13 Aralık 1974'te Ankara'da öldü.
|
KİTABIN ÖZETİ :
Yakup
Kadri, Aydın ve Manisa’da hüküm sürmüş Karaosmanoğulları sülalesine mensuptur.
Yazar altı yaşına kadar babasının Mısır’daki İbrahim Paşa Konağına yerleşmiş ve
İkbal Hanımla evlenene kadar burada yaşamıştır. İkbal Hanımla evlendikten sonra
Kahire’ye yerleşmiştir. Daha sonra İbrahim Paşanın ölmesi nedeniyle Manisa’ya
yerleşmiştir. Yazar babasını, çevresinde çok saygın bir kişiliğe sahip olmasına
rağmen sevmez. Babasının konuşma tarzı, hareketleri, konuşması ve bilhassa
annesine karşı olan davranışları yazara çok ilkel gelir. Nitekim babası eve
geldiğinde
önüne
konulan terlikleri giydikten sonra annesini peşinden sürükler, kendisi ile
ilgilenilmekte biraz gecikilse evi velveleye vererek huzursuzluk çıkartır.
Yazarda
geçmişe daima bir özlem vardır. Lalasıyla Nil boyunca Ehramlara doğru ya da
şehrin kalabalık caddelerine doğru yapılan gezintiler, hele babasıyla şehrin
hayvanat bahçesi karakterindeki “Özbekiye Bahçesine” yaptığı araba gezintileri
onun için tadına varılmaz saatlerdir.
Mısır’daki
bu ihtişam dolu çocukluk günlerini, altı yaşında geldiği Manisa’daki sıkıntılı
günler takip eder. Burada, okula giderken uyku sersemi kalkışını, eline “Amme
Cüzzü” tutuşturularak sokak kapısından dışarı bırakılıverişini, kendisine
kahvaltı olarak bir dilim kuru ekmekle bir topak tulum peyniri sunuluşunu hiç
unutmaz. Hele okula giderken yolun bozukluğu onun için işkence dolu saatlerdir.
Okul
hayatı ise ona göre pek verimsizdir. Okulun doksanlık kapıcısı onu
teneffüslerde rahat bırakmaz. Sınıf hocası Mustafa Efendinin daima çatık ve
kızgın suratı, okulun müdürü Hüseyin Efendinin şimşir sopası da onu rahatsız
etmektedir. Ama yazarı mektepten asıl yıldıran okulun pisliği ve mundarlığıdır.
Bu nedenle biraz utangaçlığından, bilhassada bu ağır koku yüzünden annesinin
kendisine hazırladığı yemeği bile yemez, arkadaşlarına bırakır.
Mısır
dönüşü Karaosmanoğulları sülalesi kendilerine itibar göstermediğinden sıkıntılı
günler yaşarlar. Kendilerine babasının arkadaşı Hulusi Bey kucak açar. Onun
konağında önce misafir olarak birkaç gün kaldıktan sonra konağın yanındaki
küçük evi kiralalar. Bu evde yazarın ilk dikkatini çeken şey, evin arka
kısmından kendisine çok yakın görünen Manisa Dağıdır. Dağa baktıkça, dağdaki
boz renkli kaya diz çökmüş bir deve gibi, buradaki inde aslan gibi görünür
kendisine. O dağdaki tabiat şekillerini iniş, yokuş, yar, oyuk, tepe
masallardaki peri padişahının sarayındaki denizlere, kulelere benzer
varlıklarmış gibi düşünür. Sürekli olarak bu dağa gitmek ister. Bir gün
komşusunun oğlu Cemal ile oraya giderler. Fakat beklediğini bulamaz, hayal
kırıklığına uğramıştır.
Çocukluğunda
en derin, en ihtiraslı sevgisini tercih ettiği insan Afet Ninesidir. Ninesi,
Kadri Beyin küçüğü Nazif Beyi kaybettiğinden bu yana tek sevgisini torunu Yakup
Kadiri’ye yöneltmiştir. Ninesi onlarda kaldığı süreçte Yakup Kadri ondan ayrı
yatmaz. Hatta ninesi hastalandığında bile ondan ayrılamaz. Hele ninesi kendi
evine dönmeye kalsın; evde kıyametleri kopartır, günlerce ağlar, yemekten
içmekten kesilir, evdekilere hayatı zehir eder.
Babasının
hastalığı da eserde geniş yer alır. Babası hayatının son devresinde kendisini
dünyadan iyice çekerek ahirete verir. Seccadesinin başına oturarak saatlerce tespih
çeker, on dakikada kılınacak namazları yarım saatte bitirir. Yakup Kadiri’ye
Kuran-ı Kerim öğretmeye çalışır. Ama Yakup Kadri bunu hiç beceremez. Yazarı bu
derslerden evde bozulan antika saatler kurtarır. Babası günlerce saatleri
yapmaya çalışır ama muvaffak olamaz.
Babası
ölümüne doğru “Ramazanı Şerif” geliyor diye evin içinde çocukça bir sevinçle
dolaşır. Ramazanı mutlaka İstanbul’da geçirmek niyetindedir. Fakat gidecekleri
günün arifesinde babası ansızın hastalanarak yatağa düşer. Hastalığı çok ağırdır,
çok geçmeden ölür. Yakup Kadiri’yi ölümden ziyade kardeşiyle birlikte
komşusunun evinde geçirdikleri ayrılık geceleri etkiler. Babasının cesedi önüne
götürüldüğünde diğerleri gibi ağlamak istediği halde ağlayamaz.
Çayırbaşı
İlkokulunun, yazarın huyunun değişmesinde büyük rolü vardır. Okuldaki çocuklar
öyle yabanidir ki onu okula evin kalfası götürmektedir. Kalfası teneffüslerde
bile yanından ayrılmamaktadır. Ancak bu vaziyet yazara ağır gelmektedir.
Buradaki çocuklar daima birbirleriyle kavga etmekte, çete savaşları yapmakta ve
birbirlerine ağır küfürler savurmaktadırlar. Yine bir gün böyle bir kavga
esnasında kalfanın (kendisinden 5 –6 yaş büyük) kavgayı ayırmaması nedeniyle
kızarak kalfasına ağza alınmayacak küfürler savurup, yumruklamaya başlar. Bu nedenle
kalfası onu bir daha okula götürmeye cesaret edemez. Ancak yazar kendisinden
daha büyük birini dövmenin verdiği gururla kendisine olan güveni yerine gelir.
Bu
olaydan haberinin olmadığını sandığı annesi ona küser. Bunu bilmeyen Yakup
Kadri, annesinin ilgisini çekmek ve annesinin sevgisini tekrar kazanmak için
çeşitli muziplikler yapar, kendisini yaralar. En küçük bir olayda bile üzerine
titreyen annesi, bu olaylarda yanına bile gitmez. Sonunda yazar, durumu
anlayarak bir daha ağzına öyle sözler almayacağına söz vererek annesinden özür
diler ve elini öper. İşler yoluna girer.
Yorumlar
Yorum Gönder