DÜNYA DESTANLARI
İLYADA
Eski Yunan’da, şair
Homeros’un yazdığı varsayılan büyük bir destandır. Bir başka Homeros
destanı olan Odeysseia ile birlikte, batı edebiyatının en eski örneği ve tüm
zamanların en güzel şiirlerinden sayılır.
Hem İlyada hem de Oysseisa, Truva Savaşı ve bu savaşta yer
alan insanlarla ilgili söylenceleri dile getiren, koşukla yazılmış
destanlardır. Tarihçiler Yunanistan’tandaki Akhalar ile Batı Anadolu’da yaşamış
olan Truvalılar arasındaki bu savaşın
yaklaşık İ.Ö. 1199’da geçtiği görüşündedir.
Akhalar’ın Truva’yı kuşatmalarının ise10 yıl sürdüğü
sanılmaktadır. Bu konuda o kadar çok öykü ve söylence vardır ki, hangisinin
gerçek hangisinin uydurma olduğunu bilme olanağı yoktur.
Yunanca’da Truva’nın bir adının da İlios olmasından dolayı
Homeros’un destanı İlyada adını aldı. Homeros, yaşadığı dönemde herkesin bu
öyküyü bildiğini düşünerek, Truva kuşatmasını baştan sona anlatmaz ;savaşın
10.yılında sadece dört gün içinde geçen olayları anlatır .Savaş neredeyse
bitmek üzeredir. Truva efsanesinin bu bölümü “ Aşil’in Öfkesi " olarak
bilinir.
İlyada’nın Öyküsü
Kral Agamemnon, Truva Savaşı sırasında Akhalar’ın
başkomutanıydı. Kralın en yiğit ve başına buyruk savaşçısı olan Aşil, kimseye
boyun eğmeden, kendi bildiğince hareket ediyordu. Aşil’in savaşta kaçırdığı
Briseis adında Truvalı bir kız yüzünden Aşil ile Agamemnon arasında anlaşmazlık
çıktı. Tutsağı olan bir kızı babasına geri vermeye razı olan Agamemnon, onun
yerine Aşil’in sevdiği Briseis’i istiyordu. Agamemnon’a boyun eğmek zorunda kalan
Aşil, kızı ona verdi. Ne var ki, hırsını alamayarak savaştan çekildi.
Agamemnon’u cezalandırması için, deniz tanrıçası olan annesi Thetis’i çağırdı.
Thetis, tanrıların kralı Zeus’tan yardım istedi. Böylece çok geçmeden yalnızca
Aşil ve Agamemnon değil, tanrı ve tanrıçalarda kavgaya karıştı.
Tanrıların işe karışması Yunan askerlerini telaşlandırdı.
Agamemnon, gördüğü bir düşe aldanarak, ordusuna artık Yunanistan’a dönüleceğini
bildirdi. Askerlerin Truva’yı ele geçirmeden dönmek istemeyeceklerini sanarken,
onların gitmeye can attıklarını görmek onu düş kırıklığına uğrattı. Yunanlı
komutanlar orduyu yeniden savaş düzenine sokmakta güçlük çektiler. Bütün bu
olaylar Yunan ordusunun savaş gücünü ve birliğini zayıflatmıştı.
İki ordu arasında savaş yeniden başlarken, Paris’in kardeşi
Hektor, savaşın nedeni Paris’in Sparta Kralı Menelaos’un karısı Helen ‘i
kaçırması olduğuna göre, anlaşmazlığın Paris ile Menelaos arasında dövüşle
çözümlenmesini önerdi. Bu dövüşte tam Paris yenilecekken, annesi olan tanrıça
Afrodit onu son anda kaçırarak kurtardı. Böylece ordular arasında bir kez daha
savaş başladı.
Truva alanında her iki tarafın savaşçıları göğüs göğüse ,
yiğitçe çarpıştılar. Ne var ki, asıl kahramanlar ortada yoktu. Aşil savaşa katılmama
kararında diretiyordu; Truvalı Paris ise yenilginin acısını dindirmeye
çalışıyordu. Truvalılar’ın en yiğit savaşçısı Hektor, kardeşi Paris’ten hesap
sormak ve karısını görmek için geri çekilmişti. Hektor ve Paris sonunda savaş
alanına döndükleri zaman, Truvalılar Akhalar’dan biraz daha güçlü durumdaydı.
Cesareti kırılan Agamemnon, Aşil’in savaşa dönmesini sağlamaya karar verdi.
Aralarındaki anlaşmazlığı gidermek amacıyla ona bir mektup gönderdiyse de Aşil
onun isteğini reddetti.
Aşil olmasa da Yunanlıların savaşı sürdürmek zorundaydı.
Durum iyice kötüye gidiyordu. Agamemnon’la birlikte birçok savaşçı
yaralanmıştı. Truvalılar’ın kıyıdaki Yunan gemilerine ulaşması an meselesiydi.
Tam bu sırada Yunanlılar’ı koruyan tanrılar işe karışarak onları engelledi.
Bunlardan yılmayan Truvalılar sonunda bir Yunan gemisini ateşe vermeyi başardı.
Aşil’in çok sevdiği dostu Patroklos olağanüstü bir cesaretle Truvalılar’ın ,
gemilerini tümünü yakmasını engelledi. Bunun üzerine Aşil kendi zırhını
Potroklos’a vererek onun bu zırhla savaşa katılmasını önerdi. Geri
çekileceklerini düşündükleri Truvalılar’ı izlememesi için uyardı. Ne var ki ,
Patroklos savaş heyecanıyla onların peşine düştü ve Hektor, insanların
yazgısını belirleyen tanrıların yardımıyla, onu öldürdü. Truvalılar zaferin
coşkusuyla Patroklos’un zırhını kentte dolaştırdılar. Yunanlılar,Patroklos’un
ölüsünü onların elinden almaya başardı.
Patroklos’un ölümünden çok acı duyan Aşil, bunun hesabını
Truvalılar’a ödetmeye kararlıydı. Onu avutmak için gelen annesi Thetis, Aşil’e
yeni bir zırh armağan etti ve öcünü almasına yardım edeceğine söz verdi. Aşil
vakit geçirmeden savaşa katıldı. Bu amansız savaşa bütün tanrılar karışmıştı.
Aşil çok sayıda düşmanını öldürdükten sonra sonunda, Truva surlarının dibinde
Hektor’la karşı karşıya geldi. Bu son vuruşmada Hektor yenilerek öldürüldü.
Aşil, Hektor’un ölüsünü arkasında sürükleyerek, arabasıyla Truva’nın çevresinde
üç kez dolaştı.
Homeros’un öyküsü, Yunan tarafında Patroklos’un cenaze
töreniyle ve Truva’da yaşlı Kral Priamos’un, oğlu Hektor’un ölüsünü fidye
karşılığı geri alışıyla son bulur. İlyada böylece sona erse de Homeros’un
okuyucuları, Paris’in sonradan Aşil’i öldüreceğini ve Truva’nın öyküsünün
kentin yerle bir olmasıyla son bulacağını bildikleri için, yüreklerinde
gelecekteki acıların ve sorunların ağırlığını duyarlar.
Destanın Yazılışı
Günümüze ulaşan en eski yapıt olsa da, Homeros’un büyük Truva
efsanesinin yalnızca bir bölümünü anlatmış olması ve sonrasını okuyucuların
bildiğini varsayması, İlyada’nın Yunanca yazılmış ilk edebiyat ürünü olmadığını
gösterir. Homeros’un bu destanında yıllar önce, Truva savaşına ilişkin pek çok
öykünün anlatıldığı sanılmaktadır. Bu konuyla ilgilenen bazı uzmanlar
İlyada’nın yetenekli bir yazarın derlediği bir balatlar ya da destanlar bütünü
olduğunu ileri sürer. Homeros diye birinin hiçbir zaman yaşamadığı, Homeros
adının, destanda yer alan balatları söyleyen, adı belli olmayan kişiler için
kullanıldığı kanısında olanlar da vardır. Ne var ki, yapıtın tamamını okuyanlar
bunu yazarın yalnızca bir kişi olabileceğini kavramakta güçlük çekmezler.
Yaklaşık olarak İ.Ö. 8. yüzyılda yazılan 24 bölümlük İlyada
destanı altılı ölçüyle yazılmış toplam 15 bin dizeden oluşur.
ODYSSEİA
Eski Yunan’da, şair Homeros’un yazdığı varsayılan iki büyük
destandan biridir. Destana adını veren kahraman Odysseus’un bir başka adı da
Ulysses’tir. Homeros’un öbür destanı bildiğimiz gibi İlyada’dır. Gerek İlyada,
gerek Odysseia,Yunanlılar’la Truvalı’lar arasındaki savaş üstüne Yunanlılar’ın
anlattığı bir dizi efsaneden oluşur.
Bu savaşta Yunan orduları Truva kentini on yıllık bir
kuşatmadan sonra ele geçirerek yerle bir ettiler. Homeros İlyada’da, kuşatmanın
onuncu yılında olup bitenleri anlatır oysa Odysseia’nın öyküsü daha sonra, uzun
savaşın bitiminde tüm Yunanlı kahramanlar evlerine dönerken başlar. Bu türden
birçok dönüş öyküsü yazıldıysa da Homeros, Odysseus’un aşılması güç engeller ve
serüvenler dolu öyküsünü çok güzel bir şiir diliyle kaleme aldığı için Odysseia
zamanımıza kadar gelebilmiştir.
Odysseus’u, Yunanistan Yarımadası’nın batı kıyısı
açıklarındaki İthake Adası’ndaki evinde karısı Penelope ile oğlu Telemakhos
beklemektedir. O dönemde Anadolu’nun kuzeybatısındaki Truva kentinden küçük bir
gemiyle yelken açıp kara görünceye kadar yol almak olsa olsa iki ya da üç hafta
sürerdi. Ne var ki, bu yolculuk Odysseus’un on yılını aldı. Odysseia aslında
onun evine dönmesini geciktiren olayların öyküsüdür. Homeros öyküyü, yolculuğun
başlangıcında değil, sona oldukça yakın bir anda, su perisi Kalypso’nun
Odysseus’u birkaç yıl alıkoyduğu ada da başlatır.
Destan, tanrıların gökyüzündeki toplantılarında Odysseus’un
artık Kalypso’nun yanından ayrılarak evine dönmesine karar vermeleriyle başlar.
Eski Yunan efsanelerinde tanrılar hep insanların yaşantılarına karışır ve bazen
pek de adaletli sayılmayacak kararlar verirlerdi. Tanrıların bazıları
Odysseus’tan yanayken, bazıları da ondan nefret ediyor ve ona kötülük etmek
istiyordu. Baş düşmanıysa deniz tanrısı Poseidon’du. Odysseus’un gemisinin
sürekli olarak kazaya uğraması ve rotasını şaşırması hep bu yüzdendir. Tanrılar
Odysseus’u eve dönmesine izin vermeyi kararlaştırdıkları zaman bile,
Poseidon’un ona duyduğu öfke sürmektedir.
Öte yandan, Odysseus’tan yana olan Savaş Tanrıçası Athena,
Odysseus’un oğlu Telemakhos’a öğüt vermek için toplantıdan sonra doğru
İthake’ye gider. Telemakhos ile Penelope birtakım sorunlarla yüz yüzedir.
Odysseus’un evine yerleşen komşu ülkenin ileri gelenleri Penelope’ye artık
kocası öldüğüne göre aralarından birini kendisine koca seçmesi için bakı
yapmaktadır. Penelope, ancak Odysseus’un yaşlı babası için dokuduğu kefeni
bitirdikten sonra karar vereceğini söyleyerek onları oyalar. Gündüzleri
dokuduğu kumaşları geceleri sökerek zaman kazanmaya çalışır. Kılık değiştirip
kendisini Odysseus’un eski bir arkadaşı olarak tanıtan Athena’nın gelişi
Penelope’yi büyük ölçüde rahatlatır. Athena Telemakhos’a, babasını araması için
yola çıkmasını salık verir. Athena’nın da onunla birlikte çıktığı bu yolculuk,
Penelophe’nin kararını daha da geciktirmesini sağlar. Penelope ile evlenmek
isteyenler çok öfkelenerek, döndüğü zaman Telemakhos’u öldürmeyi planlarlar.
Yunanistan’ı baştan başa dolaşan Telemakhos, sonunda Truva
Savaşı’nın çıkmasına neden olan Helen’in kocası Sparta Kralı Menelaos’tan
Odysseus’un bir ada da Kalypso’nun yanında olduğunu öğrenir. Oysa tam bu sırada
tanrılar Kalypso’nun Odysseus’u özgür bırakmasına karar vermişlerdir. Odysseus
Kalypso’nun yardımıyla bir sal yapıp denize açılır, ama Poseidon’un nefreti bir
kez daha felaketine neden olur. Deniz tanrısı, bir fırtınayla salı batırır.
Odysseus boğulmaktan kurtulur ve yüzerek bir adaya çıkar. Adanın kralı olan
Alkinoos’un kızı Nausikaa Odysseus’u bulur ve ona yardım eder. Bu arada ona
gönlünü kaptıran ve orada kalması için yalvaran Nausikaa, Odysseus’u alıp
babasının sarayına götürür. Odysseus, Kral Alkinoos’a ve bütün saraylara bu
adaya ayak basıncaya kadar başından geçenleri anlatır.
Odysseus’un Serüvenleri
Odysseus, Truva Savaşı’ndan sonra İthake’ye dönmek için
gemisine binip yola çıktığını, ama çok geçmeden sert bir fırtına yüzünden
Lotophagoi (Lotus Yiyenler) ülkesine sürüklendiğini anlatır. Bazı denizciler
orada Lotus’un meyvesini yedikleri için yolculuğun amacını unutur,
arkadaşlarını bile tanımazlar. Odysseus onları zorla gemilere bindirip yeniden
yola çıkarır. Derken dev soyundan, tepegöz yaratıklar olan Kikloplar’ın
yaşadığı bir adaya çıkarlar. Orada, Polyphemos adlı dev Odysseus’un altı
arkadaşını öldürerek yer, ama dev uyurken Odysseus bir sopayla onun gözünü kör
ederek kaçmayı başarır.
Polyphemos’un elinden canlarını kıl payı kurtardıktan sonra
rüzgarlar tanrısının adasına varırlar; tanrı onlara, dönüş yolculuklarını
engelleyebilecek bütün rüzgarların içinde hapis tutulduğu bir torba verir. On
gün sonra tam İthake’ye yaklaşırken, meraklarını yenemeyen tayfalar Odysseus uykudayken,
içinde ne olduğunu görmek için torbayı açınca, ne kadar rüzgar varsa dışarı
çıkar ve korkunç bir fırtına kopar. Gemiler İthake’den çok uzaklara sürüklenir.
Çok geçmeden de Laistrygon adlı dev yamyamların yaşadığı bir ülkeye varırlar.
Yamyamların saldırısına uğrayan gemicilerden yalnızca Odysseus’un
gemisindekiler canını kurtarabilir. Kalan bu tek gemideki denizciler, acı ve
umutsuzluk içinde, tanrıça Kirke’nin yaşadığı adaya varırlar. Büyücü olan
Kirke, sarayında düzenlediği şölene çağırdığı denizcilerin çoğunu domuza
dönüştürür. Ne var ki, Odysseus Tanrı Hermes’in verdiği sihirli bir otun
yardımıyla onların imdadına yetişir. Kirke de büyüyü bozmaya razı olur.
Odysseus ile arkadaşları bir yıl Kirke’nin sarayında kalırlar. Ama sonunda
İthake’ye dönme istekleri ağır basar ve yeniden denize açılırlar. Ancak önce
İthake’ye değil, bilge kahin Teiresias’ın ruhuna akıl danışmak için ölüler
ülkesine yola çıkarlar. Teriesias, Odysseus’u yolculuk sırasında karşısına
çıkacak tehlikelere karşı uyarır, bunlarla başa çıkabilmesi için öğütler verir.
Gerçekten de serüvenler birbirini kovalar, ama Odysseus
hepsinden de sağ çıkmayı başarır. Şarkılarıyla erkekleri sarhoş edip ölüme
sürükleyen güzel sesli Sirenler’in tehlikeli büyüsünden kurtulduktan sonra bir
yanda canavar Skylla’nın, öte yanda Kharybdis anaforun bulunduğu boğazı da sağ
salim geçer. Sicilya kıyılarına çıktıklarında Odysseus arkadaşlarını koyun ve
sığır sürülerine dokunmamaları için uyarırsa da, onlar bu uyarıya kulak asmaz.
Ne var ki, kesip yedikleri koyunlar gerçek ve Işık Tanrısı Apollon’un malıdır
ve Apollon onları tam adadan ayrılırken korkunç bir fırtınayla cezalandırır.
Gemi bir yıldırımla paramparça olur, tayfaların tümü boğulur. Tek başına
kurutulan Odysseus dokuz gün denizle boğuştuktan sonra bu günkü Malta Adası
olduğu sanılan, Kalypso’nun yaşadığı adada karaya çıkar.
Eve Dönüş
Bu acılı öyküden Kral Alkinoos öyle duygulanır ki,yurduna
geri dönebilmesi için Odysseus’a hem bir gemi, hem de tayfa verir. Bu kez
Odysseus sağ salim İthake’ye varır. Derin bir uykudayken dost denizciler onu
yavaşça kumun üzerine yatırırlar. Uyanınca Athena ona Penelope ile evlenmekten
isteyenlerden söz eder ve Telemakhos’u öldürmeyi planladıklarını anlatır.
Tanınmasın diye Odysseus’u dilenci kılığına sokar ve ona yardım etmesi için
gizlice Telemakhos’u getirir. Yalnızca Telemakhos ve sadık bir uşak Odysseus
kim olduğunu bilmektedir. Odysseus ne yapacaklarını planlarken hep birlikte
uşağın kulübesine sığınırlar. Penelope’yle evlenmek isteyenler, Odysseus’u
dilenci sanarak kendi sarayında aşağılarlar.
Penelope sonunda,her kim Odysseus’un büyük yayını germeyi
başarırsa onunla evlenebileceğini söyler. Herkes dener, ama bu işi kolayca
başaran hala dilenci kılığındaki Odysseus olur. Üzerindeki yırtık pırtık
giysileri atınca kim olduğu ortaya çıkan Odysseus, Telemakhos’un yardımıyla,
Penelope ile evlenmek isteyenleri birer birer öldürür. Penelope’nin bile
tanımakta güçlük çektiği Odysseus’un çilesi son bulur, karısına ve evine
kavuşur.
FİRDEVSİ VE ŞEHNAME’Sİ
Divan edebiyatın da derinden etkilemiş büyük bir İran’lı
şairidir. Günümüze Şehname adlı yapıtı kalmıştır.
Asıl adı Ebu’l-Kasım Mansur olan Firdevsi’nin yaşamı hakkında
yeterli kesin bilgi yoktur. Yaşamı çeşitli söylencelere karışmış, eski
kaynaklarda bir masal havasında anlatılmıştır. Firdevsi Tus kentinde soylu bir
ailenin çocuğu olarak doğdu. Şehname’den, iyi bir öğrenim gördüğü, eski Farsça
ile Arapça’yı ustalıkla kullanacak derecede öğrendiği anlaşılmaktadır. Daha
gençlik yıllarında İran Tarihine büyük bir ilgi duydu. Halk arasında anlatılan
efsane ve öyküleri de kapsayan büyük bir destan yazmak istiyordu. 974 yılında
Şehname’yi yazmaya konuldu.
Şairin bundan sonraki yaşamı üzerine çeşitli öyküler
anlatılmaktadır. Yaygın olan öyküye göre Firdevsi, Şehname’yi Gazneli Sultan
Mahmud’a sunmak için Gazne’ye gider; ama saraya girmekte zorluk çeker. Sarayın
çevresinde dolaşırken üç saray şairi ile karşılaşır. Onlara dileğini söyler.
Şairler Firdevsi’yi sınamak için küçük bir deneme yaparlar. Denemenin amacı
şudur: Dizeleri “ şen ” hecesiyle biten bir dörtlük söylemek. Buna göre her
biri sırayla bir dize söyleyecektir. Farsça’da “ şen “ hecesiyle biten üçten
fazla sözcük bulunmadığını düşünen saray şairleri, Firdevsi’nin uyak
bulamayacağından emindirler. Saray şairleri sırayla üç dize söyledikten sonra
sıra Firdevsi’ye gelir. Firdevsi, İran’ın eski kahramanlarından Poşen’in adını
dördüncü dizeye uyak yaparak dörtlüğü tamamlar. Bu kahramanın kim olduğunu
bilmeyen şairler Firdevsi’nin açıklamalarına hayran kalırlar ve Firdevsi’yi Sultan
Mahmud’a tanıtırlar.
Firdevsi, kısa zamanda Sultan Mahmud’un hayranlığını kazanır.
Sarayda kendisine özel bir yer ayrılır ve Şehname’yi yazmayı burada sürdürür.
Firdevsi’nin yazdığı bölümleri okudukça hayranlığı artan Sultan Mahmud şairin
her beyti için bir altı ödenmesini buyurur. Ama vezir, Firdevsi’yi kıskandığı
için ve bu ödemenin bütçeye büyük getireceği gerekçesiyle buyruğu savsaklayıp,
ödemeyi yapmaz. Firdevsi ise kişiliğine yediremediği için veziri, Sultana
şikayet edemez. Bu arada şairin yazdığı bölümler elden ele dolaşmakta, ünü
yaygınlaşmaktadır. Ama bu durum şaire düşman kazandırır, sarayda onu
çekemeyenler artar. Bu kişiler, Firdevsi’nin din yolundan sapmış biri olduğunu
ileri sürerler ve söylentiler Sultana kadar ulaşır. Sonunda Firdevsi 60 bin
beyitten oluşan Şehname’yi Sultan Mahmud’a sunar. Sultan şaire 60 bin altı
yerine 60 bin gümüş verince Firdevsi, kendisini aşağılanmış hissederek saraydan
ayrılır. Bir söylentiye göre aldığı paranın yarısını bir hamamcıya, yarısını da
içtiği şerbetin karşılığı olarak şerbetçiye verir. Daha sonra Herat kentinde
bir dostunun yanına sığınır.
Bazı kaynaklar Firdevsi’nin Herat’tayken Sultan Mahmud için
ağır bir yergi şiiri yazdığından söz eder. Bazı kaynaklarda ise şairin,
Herat’ta büyük bir caminin duvarına Sultan Mahmud için yazdığı övgü şiirini
astığını ve bu övgüyü duyan Sultan Mahmud’un yapılan haksızlığı öğrendiği
yazılıdır. Sultan Mahmud, hemen 60 bin altını Firdevsi’ye gönderir. Ama
altınları getiren ulak, kentin bir kapısından girerken, Firdevsi’nin cenazesi
de öbür kapıdan çıkmaktadır. Şairin kızı da gönderilen altınları bir hayır
kurumuna bağışlar.
Firdevsi’nin Şehnamesi, İran’ın Arap egemenliğine girene
kadarki tarihini içerir. İran tarihi ve mitolojisi, eldeki eski kitaplara,
dilden dile dolaşan söylencelere ve öykülere dayanılarak yazılmıştır. Yapıt
mesnevi biçimde düzenlenmiş 60 bin beyitlik bir şiirdir. Firdevsi yapıtını
yazarken bir tarihçi gibi çalışmış ama tarihsel bilgileri güçlü şiir yeteneği
ile işlemiştir. Yapıtın yazıldığı dönemde Arapça’nın çok yaygın olmasına
karşın, Firdevsi Arap dili ve kültürünün egemenliği altındaki İran ulusuna,
büyük bir tarih ve kültür zenginliğine sahip olduğunu göstermek istercesine
kendi dillerinde bir yapıt sunmuştur. Yapıt çok yalın bir dille yazılmıştır.
Şehname gerek şiirsel gücüyle, gerek bilgi zenginliğiyle Divan şairlerinin
başyapıtlarından biridir. Bunu yanı sıra bir ulusun tarihi üzerine tek bir şair
tarafından yazılmış benzer bir yapıt yoktur. Şehname dünya şiirinin, özellikle
destan türünün büyük klasikleri arasındadır. Dünyanın birçok diline çevrilmiş
olan yapıt Türkçe’ye ilk kez 16.yüzyılda Tatar Ali Efendi tarafından eksiksiz
olarak çevrilmiştir. Günümüz Türkçe’sine ise Necati Lugal tarafından
aktarılmıştır.
GILGAMIŞ DESTANI
Ölümsüzlüğü arayan bir kralın öyküsüdür. Destana konu olan
kral Gılgamış İÖ 3000 yıllarının ilk yarısında Mezopotamya’daki Uruk kentinde
hüküm sürmüştür. Ölümsüzlüğün ve bilginin peşindeki insanı yücelterek anlatan
Gılgamış Destanı, günümüze kalabilmiş, bilinen en eski destandır.
Gılgamış Destanı, Akat ve Sümer dillerinde yazılmış
tabletlerden derlenmiştir. Bunlardan günümüze 12 tablet kalabilmiştir. Ama bu
tabletler eksik olduğu için destan metninin bütünü elde edilememiştir. 1855’te
Ninova’da yapılan kazılarda, Asur Kralı Asurbanipal’in bulunan bu tabletlere
daha sonra Türk-İran sınırında ve Irak’taki Nippur kenti kazılarında bulunan
tabletler eklenmiştir. Ayrıca Türkiye’de Sultan Tepe ve Boğazköy’de yapılan
kazılarda da destanını bazı bulunmuşsa da henüz tümü gün ışığına çıkarılmamıştır.
Bu tabletlerdeki metne göre destan, Gılgamış’ın özelliklerini
övgüyle anlatarak başlar. Yarı insan, yarı tanrı olan Gılgamış karada ve
denizde olan biten her şeyi bilen başarılı bir yapı ustası ve yenilmez bir
savaşçıdır. Destanının, öbür bölümlerinde Gılgamış’ın başından geçen serüvenler
anlatılır. İlk serüven Gılgamış ile Gök tanrısı Anu arasında geçer. Halkına
acımasız davrandığı için Gılgamış’a öfkelenen Anu, onu öldürmek için vahşi bir
hayvan olan Enkidu’yu üzerine salar. Enkidu ile Gılgamış arasındaki savaşta
Gılgamış üstün gelir. Daha sonra Enkidu Gılgamış’ın en yakın dostu ve
yardımcısı olur. Bunun ardından gelen serüven Gılgamış ile aşk tanrıçası İştar
arasında yaşanır. İştar Gılgamış’a evlenme önerisinde bulunur. Gılgamış bunu
red eder. Onuru kırılan İştar Gılgamış’ı öldürmek için yeryüzüne bir boğa
gönderir. Gılgamış, Enkidu’nun da yardımıyla boğayı öldürür. Enkidu rüyasında,
boğayı öldürdüğü için tanrılar tarafından ölüme mahkum edildiğini görür.
Destanın bundan sonraki bölümüyle ilgili tabletler bulunamamıştır. Ama,
destanın devamının yer aldığı Gılgamış’ın Enkidu için yaktığı ağıtı,
düzenlediği görkemli cenaze törenini, sonunda Enkidu’nun ölüler dünyasına
göçtüğünü anlatan tabletler bulunabilmiştir. Destanda Enkidu’nun ölümünü Tufan
öyküsü izler. Tufan, yeryüzünün sularla dolup taşmasının öyküsüdür. Gılgamış
destanında Tufan’ı tanrıça İştar ve Bel’in başlattığı anlatılır. Gılgamış,
Tufan’dan kurtularak sağ kaldığını öğrendiği Utnapiştim’i bulmak üzere yola
çıkar. Utnapiştim ölümsüzlüğün sırrını bilen bir bilgedir. Utnapiştim’i bulan
Gılgamış, onun verdiği ölümsüzlük otuyla gençliğine yeniden dönecek ve
ölümsüzlüğe kavuşacaktır. Ama, destanının insanlar için en üzücü bölümü burada
başlar. Çünkü Gılgamış ölümsüzlük otunu yemeye fırsat bulamadan onu bir yılana
kaptırır ve Uruk’a eli boş döner. Bazı kaynaklar, Gılgamış’ın ölümsüzlük otunu
halkıyla birlikte yemek istediğini belirtir. Destan Gılgamış’ın ölüm karşısında
acı yenilgisiyle biter.
RAMAYANA
Bir Hint destanıdır. 24 bin kıtadan meydana gelir. Onun
kahramanı Rama’nın hikayesidir. Rama, prensin kızı ile Sita ile evlenmek ister.
Prens, kızına Tanrı Şiva’nın yayını çekebilecek savaşçıya vereceğine söz
vermiştir. Bu savaşçı başka şehirde tutulmaktadır; dönüşünde Rama, onun
mirasçısı olacaktır. Bu anlaşma, Kralın ikinci karısı tarafında kabul edilemez.
Rama, nişanlısı ve kardeşi sürülür. Hepsi, Hindistan2ı kaplayan büyük ormana
yola çıkarlar; devlerle birçok çarpışmaları olur, birçok felaketlere uğrarlar.
Seylan’ın dev kralının eline düşen Sita’yı kurtarmak için, Seylan’la Hindistan
arasında, deniz üzerinde bir köprü kurulur; Sita, türlü çetin tecrübelerden
geçer ve sonunda Rama ile evlenir.
VİRJİL
Latin şairlerinin en büyüğü ve onun büyük eseri Aeneid.
Virjil, öldüğü zaman bu eser henüz bitmemişti. Şairin eserindeki amaç,
İmparator Ağustos zamanında Roma’nın yükselişini ve yükselmek için kendini
nasıl feda etmek gerektiğini anlatır. 12 kitaptan meydana gelen bu destan,
Trojan’ın tarihini anlatır; kendi maceralarını ve İtalya’ya ulaşmadan önce
başından geçenleri ve seyahatlerini, orada yeni bir şehir bulmak için
savaşlarını işler
KALEVELA
Fin milli destanıdır. Çoğu Kalevela’da, Elios Lönnrot
tarafından toplanmış olan halk şarkılarından oluşur. Fin bilginleri bu destanın
işlenmesini üç aşamaya ayırmışlardır:
1.
Orijinal olarak yayınlanmamış (Prota-Kalevela), 5052
beyit, 16 şarkı
2.
Eski Kalevela (yayımı : 1835-1836),12078 beyit,12 şarkı
3.
yeni Kalevela (ikinci yayımı: 1849), 22795 beyit, 50
şarkı.
Kalevela’tı meydana getiren şarkılar beş kahramanın etrafında
toplanır. Bunlar, saz şairi,
demir,maceraperest, avcı, demirbaş köle.
Yorumlar
Yorum Gönder