Edebi Sanatlar

A. MECAZLAR                                                                     

1. Mecaz

Bir sözcüğün gerçek anlamından bütünüyle uzaklaşarak kazandığı yeni anlamlarla yapılan edebi sanattır. Başka bir deyişle bir kelimenin, gerçek anlamı dışında, başka bir kelimenin yerine kullanılmasına denir. Mecazda benzetme amacı güdülür, kullanımda anlatımı renklendirmek ve kuvvetlendirmek esastır.

Kız senin sebebine / Yanar yüreğim yanar
Konuşulanlara kulak verirsen kazançlı çıkarsın” (dikkatli dinlersen)
Burnundan yanına varılmıyor” (kibir, büyüklenme)
Bugün yine ağırdan alıyor.”

2. Mecaz-ı Mürsel

Benzetme amacı güdülmeden bir sözün, aralarındaki ilgi dolayısıyla bir başka söz yerine kullanılmasıdır. Bu sanatta benzetme amacı olmaz. İç-dış, parça-bütün, neden-sonuç, sanatçı-yapıt, yer-insan, yer-olay, netice-olay gibi ilgiler vardır. yani bunlardan biri söylenerek diğeri kastedilir.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey nazlı hilâl (bayrak)
Bereket yağıyor; çiftçinin yüzü gülecek. (yağmur; çünkü yağmur bereket getirir)
Ayağını çıkarmadan girebilirsin. (ayakkabı)
Bu olaylara Ankara sessiz kalıyor. (Ankara’daki siyasiler)
Orhan Veli’yi okur musun? (eserlerini)
Sobayı yakmak. (içindeki odunu)
Feneri yakmak. (içindeki fitili)
Sınıf ayağa kalktı. (öğrenciler)
Anadolu hepinize hınç, şüphe ve emniyetsizlikle bakıyor. (Anadolu halkı)
O günlerde Konya’nın nasıl yaşadığını ve ne düşündüğünü bilemiyoruz. (Konya halkı)


3. Teşbih (Benzetme)
Aralarında türlü yönlerden benzerlik ilgisi bulunan iki şeyden zayıf olanı nitelikçe daha üstün olana benzetme sanatıdır.

Benzetmede dört öğe bulunur:
Benzeyen (zayıf olan)
benzetilen (üstün olan)
benzetme yönü
benzetme edatı

Bunlardan ilk ikisi temel öğe; son ikisi yardımcı öğedir.

Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik
Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü sürmeli
Garibanlar yolunuyor kaz gibi
Yaslı gelin gibi mahzun mu bilmem
Gül yüzünde güller açar

Geceleri gölgem yollarda donar
Kar gibi kürürüm kendi gölgemi

Gözlerimiz kurşun elimiz bıçak
Severken öldürdük güzellikleri

Şiir bir cennet bahçesi
Girmeyene anlatılmaz

Şiir toprak kokusudur
Şiir damla damla sudur

Yarin dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu karanfil

Benzetme öğelerinin kullanılışına göre benzetme, çeşitlere ayrılır:

a. Tam Benzetme (ayrıntılı benzetme)

Benzetme unsurlarının tümü kullanılarak yapılan benzetmedir.

Ali aslan gibi cesurdur
Cennet kadar güzel vatanımız var.

b. Teşbih-i Beliğ (UZ BENZETME)

Benzetme unsurlarından ikisi, temel öğeler, kullanılarak yapılan benzetmedir.

Dudaklarının arasından inci dişleri kendini gösteriyordu.
Kad kıyâmet gamze âfet zülf fitne hat belâ
Çihre gül sîne semen çeşm-i mukahhal nergis
Ceylan gözlüm.
Sırma saçlım
Gül yüzünde güller açar.
O adam tilkinin biridir.
Ölüdeniz Muğla’dadır.

c. Kısaltılmış Benzetme

Benzetme yönü söylenmemiş benzetmelerdir.

Sen de baban gibisin.
Nokta kadar ağzı vardı.

d. pekiştirilmiş benzetme

Benzetme edatı bulunmayan benzetmelerdir.

Aşk pırıl pırıl, ilâhî bir mumdur.
Yumuşak bir el olmuştu saçlarımda rüzgâr
Akşam, yol gibi gezer.
Sükûn su gibi dolar.

e. YAYGIN BENZETME

Benzeyenle benzetilen arasındaki birden fazla özellikleri sıralayarak ve en sonunda her iki öğe de söylenir.

Feminin rengi aks edip tenine
Yeni açmış güle misal olmuş
...
Giriyor göz yumunca rüyama
Benziyor aynı kendi hülyama
Bu tasavvur dokundu sevdama
Ah böyle gezer mi hiç canan
Gül değil arkasında kanlı kefen
Sen misin, sen misin garip vatan

Yukarıdaki dizelerde vatan sevilen bir kadına benzetiliyor. Kadın ile vatan arasındaki ortak özellikler sayıldıktan sonra asıl öğe, yani vatan açıklanıyor.

4. İstiare

Bir sözü benzerlik ilgisiyle kendi anlamı dışında kullanmaktır. Yani bir kelimeyi kendisine benzeyen başka bir varlığın yerine kullanmaktır.

Benzetmenin asıl öğelerinden (benzeyen-benzetilen) biriyle yapılan benzetmedir.

İkiye ayrılır:

a) Açık İstiare

Kendisine benzetilen öğe ile yapılır. Benzeyen öğe kullanılmaz.

Gökyüzünün kandilleri (yıldız) yanmıştı
Bir med zamanı gökyüzü kurşunla (bulut) örtülü
Havada bir dost eli (rüzgâr) okşuyor tenimizi
Doya doya sevemedim kuzumu (çocuk)

Bir gün gelecek sen de perişan olacaksın
Ey gonca (sevgili) bu cemiyeti her dem mi sanırsın

İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece”

Aslanlarımız bu maçta da iyi mücadele etti.

b) Kapalı İstiare

Benzeyen öğe ile yapılır, kendisine benzetilen söylenmez. Ama benzerlik yönü ya söylenir ya da anlaşılır.

Her kapalı istiarede aynı zamanda bir teşhis sanatı görülür.

Boynu bükük adalar tanıyor sanki bizi. (insan; boynu bükük, tanıyor)

Yüce dağların başında
Salkım salkım olan bulut (üzüm; salkım salkım)

Ahmet, kükreyerek rakibinin üzerine saldırdı. (aslan; kükreyerek)
Bükün boynunuzu bayraklar bükün. (insan; bükün boynunuzu)
Çamlar hüzünlü, yollara düşmüş söğüt çınar (insan; hüzünlü, yollara düşmüş)
Yedi yıl süren hikâyemizi dinlemiş ihtiyar çınardan. (insan; ihtiyar)

c. Yaygın İstiare

Benzeyenle kendisine benzetilen arasındaki birden çok benzerlik ilgisi sırasıyla anlatılarak benzetme yapılırsa buna yaygın istiare (temsili istiare) denir. Ama iki unsurda biri söylenir. Bu yönüyle yaygın benzetmeden ayırt edilir.

Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Burada insan (ruh) bir "sessiz gemi"ye benzetilmiş, dünya da bir "liman" olarak değerlendirilmiştir.

5. Teşhis ve İntak (Kişileştirme ve Konuşturma)

İnsan dışındaki varlıkların insana özgü davranışlarla anlatılması sanatına teşhis; onları konuşturma sanatına da intak denir. Her intakta bir teşhis sanatı mutlaka vardır; ama her teşhiste bir intak sanatı da olmak zorunda değildir.

Düşünür ağaçlar aylarca gelecek baharı
Çevre yanın lâle sümbül bürümüş
Gelin olup süslendin mi yaylalar
Öldüğü gün gök ağlamıştı.

Ben gidersem sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarım aşikar etme
Lâl olsun dillerin söyleme yada
Garip bülbül gibi âh ü zâr etme

Sordum sarı çiçeğe
Annen baban var mıdır
Çiçek eydür: -Derviş baba,
Annem babam topraktır

Gördü bir bal arısın sivrisinek
Dedi böyle ona fahreyleyerek:
Var mı bir bencileyin nefs-i nefis

Adam elini uzattı; tam onu koparacağı sırada mor menekşe: “Bana dokunma”diye bağırdı.

6. Kinaye

Bir sözün, hem gerçek hem de mecaz anlamlarını düşündürecek bir biçimde kullanılması sanatına kinaye denir. Kinayede sözün mecaz anlamı daha ön plandadır. Deyimlerin çoğunda kinaye vardır.

Tuttuğunu koparan ihtiyarlardan biriydi.
(hem gerçekten tuttuğunu koparacak kadar kuvvetli, hem de başladığı işi bitiren biri.)

Onun kapısı her zaman açıktır.
(hem gerçekten kapısı açık, hem de herkesi her zaman kabul edebilir.)

Cep delik cepken delik,
Kol delik, mintan delik,
Yen delik, kaftan delik
Kevgir misin be kardeşlik.

Burada “cep delik” sözü kinayeli olarak kullanılmıştır. Gerçek anlamının yanında “cebinde para olmaması” anlamına gelir. Önemli olan da bu anlamdır.

Şu karşıma göğüs geren
Taş bağırlı dağlar mısın

“Taş bağırlı” söz grubu, dağların özellikle taşlardan oluşması yönüyle gerçek anlamda kullanıldığı gibi, “acımasız ve merhametsiz” anlamlarını da yüklenir; bu da mecaz anlamdır. Burada asıl kastedilen mecaz anlamdır.

Dursun, gözü açık bir çocuktur.
İçinizde en yürekli olan gelsin.
Senin yüzün hiç kızarmaz mı?

7. Tariz

Söylenen sözün gerçek veya mecazi anlam dışında büsbütün tersini kastetmektir. Alaylı, iğneleyici, küçük düşürücü bir dille yapılır.

Aman ne kadar erken geldiniz.
(Çok geciken birine dendiğinde tariz olur.)

Ne kadar cömertsiniz.
(Cimri birine)

Bu ne kudret ki elifbayı okur ezberden

Eski eş'arda (şiirlerde) dürbin ile mana görünür. Yeni şiirde mana gibi külfet yoktur.

Burada mana külfetinin yeni şiirde olmayışı olumlu bir şey gibi söyleniyor, ama yeni şiirin anlamdan yoksun olduğu kastediliyor.

On kadın dövse yorulmaz İhsan Bey.

Burada da adam övülür gibi gösteriliyor, ama asıl amaç onun acımasız olduğunu söylemektir.

B. ANLAMLA İLGİLİ SANATLAR

1. Tevriye

Bir sözün birden fazla anlama gelecek biçimde kullanılması sanatıdır. Bu sanatta sözün bütün anlamları gerçektir. Ama yakın anlam söylenip uzak anlam kastedilir.

Bu kadar letafet çünkü sende var
Beyaz gerdanında bir de ben gerek
ben: 1. kişi zamiri ve vücuttaki koyu renkli leke (kastedilen, ikincisi, yani uzak olan)

Avazeyi bu aleme Davud gibi sal
Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş

Bana Tahir Efendi kelp demiş
İltifatı bu sözde zahirdir.
Maliki mezhebim benim zira
İtikadımca kelp tahirdir.

“Tahir” sözcüğü hem “temiz” demektir hem de “Tahir Efendi"nin kendisidir ve her iki anlam da gerçektir. Yakın olan ama kastedilmeyen anlam “temiz”dir. Uzak olan ama kastedilen anlam ise “Tahir Efendi”dir.

Dedim dilber niçin sararıp soldun
Dedi, çektiğim dil yarasıdır.
dil: yakın: gönül, uzak: söz, konuşma organı

Gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül
el: yakın: organ, uzak: yabancı

Verdim gönül o gül-ruhun aline aldanıp
Etmezdi kimse eylediğim rengi ben bana
al: yakın: kırmızı; uzak: hile

Sordum Nigâr’ı dediler ahbab
Semt-i Vefa’da doğru yoldadır.
Vefa: yakın: sözünde durma; uzak: Vefa semti
Doğru yol: yakın: dürüstlük; uzak: sokak adı
Ama burada uzak anlamın kastedildiğine dair başka bir iz yok.

Koyup kaldırmada ikide bir de
Kazan devrildi, söndürdü ocağı

Gül gülse daim ağlasa bülbül acep değil
Zira kimine ağla demişler kimine gül

2. Hüsn-i Talil (Güzel Sebep Gösterme)

Gerçek nedeni herkes tarafından bilinen bir olayı daha güzel bir nedene bağlayarak anlatma sanatıdır.

Ateşten kızaran bir gül arar da
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi

Ey sevgili sen bu ilden gideli
Yaprak döktü ağaçlar, coştu gökyüzü

Tarihini aksettirebilsin diye çehren
Kaç Fatih’in altın kanı mermerle karışmış

Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdir muttasıl
Başını taşdan taşa urup gezer avare su

3. Mübalâğa

Bir durumu, nesneyi, varlığı olduğundan daha az veya fazla göstermeye mübalağa denir.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda

Dağda yaprak kalmadı
Yarama bağlamaktan

Alem sele gitti gözüm yaşından

Akdeniz’in dalgası gönlüm kadar taşmadı

Biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzar-ı firakız
Ateş kesilir geçse saba gülşenimizden

Merkez-i hake atsalar da bizi
Küre-i arzı patlatır çıkarız

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın
Gömelim gel seni desem tarihe sığmazsın

Sekizimiz odun çeker
Dokuzumuz ateş yakar
Kaz kaldırmış başın bakar
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir; savrulur enkaz-ı beşer…

Bir ah çeksem dağı taşı eritir
Gözüm yaşı değirmeni yürütür

4. İstifham

Cevap almak için değil de dikkat çekmek için soru şeklinde söyleme sanatıdır.

Hani Yunus Emre ki kıyında geziyordu?
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin cömert Nil yeşil Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne gün gider yurduna?

5. Tezat

Zıtlık ilişkisi içinde olan kavramları, hayalleri, düşünceleri bir araya getirme sanatıdır. Aynı varlığın birbirine zıt iki yönü bir arada ifade edilir veya birbirine zıt iki varlık veya kavram arasında ilgi ve benzerlik kurulur. Dil bilgisi bakımından zıt olan kavram ve kelimeleri bir arada kullanmak sadece tezattır; tezat sanatı değildir.

Kanı ol gül gülerek geldiği demler şimdi
Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz (Mahir Baba)

İçimde kor donar, buzlar tutuşur.

Ne efsunkâr imişsin ah ey didar-ı hürriyet
Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten         (Namık Kemal)

Çeşm-i âşıkda imtizac etmiş
Âb u âteş olup beraber dost

Adûlar kahkaha eyler; güruh-ı dostan ağlar.
Burada adû-dost ve kahkaha-ağlamak arasında tezat var demek yerine, düşmanların gülmesi ile dostların ağlaması arasında tezat var demek daha mantıklı olur.
               
6. Nida

Duygulanma ve heyecanlanma sonucu seslenme sanatıdır. Ünlemlerle ya da ünlem ifade eden cümlelerle yapılır.

Ya Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı!
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!

7. Tecahül-i Arif (tecahül-i ârifane)

Anlatımı çekici kılmak için şairin bildiği bir şeyi bilmezlikten gelmesidir.

Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mahım
Kurbanın olam var mı benim bunda günahım?

Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?

Ecel tuzağını açamaz mısın
Açıp da içinden kaçamaz mısın
Azat eyleseler uçamaz mısın
Kırık mı kanadın kolların hani

8. Tekrir

Anlatımı çekici kılmak için bazı kelimelerin veya kelime gruplarının cümle içinde veya arka arkaya gelen cümlelerde tekrarlanmasıyla yapılan edebi sanattır.

Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince
Nefesten yumuşak yağan bu yağmur
Bu yağmur, bu yağmur bir gün dinince
Aynalar yüzümü tanımaz olur (Necip Fazıl).

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır (Necip Fazıl)

Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Yağ ile bal ede bir söz. (Yunus)

9. Telmih

Herkesçe bilinen bir kişi, bir olay veya inanışa şiirde işaret etme sanatına telmih denir.

Gözyaşı döksem Nuh tufanına denk

Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu
Kerem’in sazına cevap veren bu

Bedr'in aslanları ancak bu kadar şanlı idi


11. İham

İki ya da daha fazla anlamı olan bir kelimeyi bir dize ya da beyit içinde bütün anlamlarını kastederek kullanma sanatıdır. Kelimenin her iki anlamı da diğer kelimeler tarafından desteklenmelidir. Kinayeden ve tevriyeden farklıdır. Kinayede gerçek ve mecazlı anlamları bir arada kullanılıp mecazlı anlamı kastedilir. Tevriyede ise gerçek anlamların hepsi söylenip uzak anlamı kastedilir.

Bâkî çemende hayli perişan imiş varak
Benzer ki bir şikâyeti var rüzgârdan

Burada “rüzgâr”ın “zaman” ve “yel” anlamlarının ikisi de geçerlidir.

İham-ı tenasüp ve iham-ı tezat olmak üzere iki türü vardır. İham-ı tenasüpte gerçek anlamlardan biri kastedilmez. Ama dizede bu söylenmeyen gerçek anlamla tenasüplü başka kelime(ler) bulunur.

Rind olan cam alır eline müdam
Lâle veş nev-bahara katlanmaz.

“Müdam”ın iki anlamı vardır: “sürekli” ve “şarap”, burada şarap anlamı söylenmemiş. Ama onunla ilgili olarak cam (kadeh) kelimesi kullanılmış.

İham-ı tezatta ise dizede, söylenmemiş gerçek anlamla tezat olabilecek başka kelime(ler) kullanılır.

Ay geçer görmeziz ol mihr-i cihan-arayı
Elimizden ne gelir taliimiz yar değil

Burada “ay”ın iki anlamı vardır: “zaman dilimi” ve “gökteki uydu”. İkinci anlam söylenmemiş ama onunla tezatlı olan mihr (güneş) kelimesi kullanılmış.

 12. Tenasüp

Şiirde anlamca ve çeşitli yönlerden ilgili olan kelimeleri bir arada kullanma sanatıdır.

Bir elinde gül bir elde cam geldin sakiya
Hangisin alsam gülü yahud ki camı ya seni

Ne efsunkâr imişsin ah ey didar-ı hürriyet
Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten         (Namık Kemal)
Burada hürriyet ile kurtulmak; esir ile esaret arasında tenasüp var.

Bir şâhda iki gonce-i gül
Birbirlerine olurdu bülbül.

Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabib
Kılma derman kim helâkim zehri dermanındadır.(Fuzulî)
Burada geçen dert, ilâç, tabip, derman, zehir kelimeleri tıbba ait kelimelerdir.


C. SÖZLE İLGİLİ SANATLAR                                                                             

1. Cinas

Ses bakımından (okunuş ve yazılışları) aynı veya birbirine çok yakın; fakat anlamları ayrı olan kelimelerin bir arada kullanılmasına cinas denir.genellikle cinaslı kafiye olarak kullanılır. Sesteş kelimeler cinas için en uygun olanlardır.

Gayet çoktur değil benim yaram az
Bana yardan gayrı cerrah yaramaz

Neden kondun a bülbül kapımdaki asmaya
Ben yarimden geçmezem götürseler asmaya

Şah verdi, filiz sürdü, sinemde yara dalı
Şu cihanda gülmedim, yaradan yaradalı

Kısmetindir gezdiren yer yer seni
Göğe çıksan akıbet yer yer seni

Dûş olup bir taze yare
Cana açtım bir taze yara (End. Vasıf)

Yokken güneşin eşi semada
Bir eş görünürdü şemse mada (suda) (İsmail Safa)

Bir evde dü zen (iki kadın) olsa o evde düzen olmaz. (Fuat Paşa)

Eyleme vaktini zayi, deme kış yaz, oku yaz. (Sünbülzade Vehbi)

Nedir can kim anı sen nazenin canana vermezler
Sana âşık olanlar yoluna cana ne vermezler

2. Aliterasyon

Bir mısrada veya cümlede aynı sesin veya hecenin tekrar edilerek ahenk sağlanması sanatıdır.

Dest-busı arzusuyla ölürsem dostlar
Kuze eylen toprağım sunun anınla yare su

Not: Bu arada altı çizili seslere de dikkat.

Öldük ölümden bir şeyler umarak
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü

Eylülde melûl oldu gönül soldu da lâle
Bir kâküle meyletti gönül geldi bu hâle (Edip Ayel)

3. Akrostiş

Her dizenin ilk harfini, yukarıdan aşağıya doğru okunduğunda bir kelime çıkacak şekilde düzenlemektir.

Yorumlar