Ahmet Hikmet Müftüoğlu / Çağlayanlar


Ahmet Hikmet Müftüoğlu (1870–1927)
Çağlayanlar
Tür: Hikâye
Ötüken Neşriyat
Sayfa Sayısı: 144
"Çağlayanları bir kitap tanıtma yazısının bilinen ölçülerine göre inceleyip, değerlendiremem; elimden gelmez. Sırf aklının sağlamlığına güvenip yazanın noksanını bulmak güç değildir, yalnız öğrendiğini satanın yanlışını yakalamak daha da kolaydır. Ama aşk ile coşan bir Çağlayanın sürükleyici gücüne karşı kim durabilir! Müftüoğlu Ahmet Hikmet, sanki bir kitap yazmamış da sayfalarının arasına yüreğini yerleştirmiş. Hâlâ diri bir yürek, hâlâ büyük bir yürek! Öyle bir yürek ki, katıksız bir imanın beslediği ölümsüz ve kocaman bir sevgi ile çarptığını hâlâ duyabilirsiniz; azıcık bir kabiliyetiniz kalmışsa, ıstırabı ile hâlâ tutuşabilirsiniz; Böyle bir kitap için ne yazılır, hele bencileyin bir garip ne yazabilir... Hiç!.. Sadece okunmasını isterim." (Galip Erdem)

Çağlayanlar’da yer alan hikayeler tamamen vatani ve milli duygularla yazılmış nesirlerdir. Trablusgarp Savaşı dolayısıyla kaleme aldığı Padişahım Alınız Menekşelerimi, Veriniz Gülümü adlı hikayesi, Anadolu insanının mert ve heybetli yapısının dile getirildiği Üzümcü hikayesi, Göç destanından alınan bir konu etrafında oluşturulmuş Altın Ordu hikayesi gibi konusunu Türk destanlarından, Türk tarihinden ve şahit olduğu Trablusgarp, Balkan, I. Dünya ve Kurtuluş Savaşlarının uyandırdığı derin duygu ve acılardan alan ve toplam 18 hikayeden oluşan Çağlayanlar halka milli ve vatani bir şuur kazandırmak amacıyla da kaleme alınmıştır. Yazar; Çağlayanlar adlı yapıtında Türk tarihinin çeşitli dönemlerini, bu dönemlerdeki acı olayları, halk bağlamında ele aldı. Çoğu zaman süse, yapaylığa ve söz kalabalığına kaçan biçimiyle genç yazarları etkiledi. Dilin arıtılması, yazım kurallarının saptanması gibi konularla yakından ilgilendi.Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Milli Edebiyat Akımının önde gelen yazarlarındandır. "Yükseklik, büyüklük, incelik, derinlik gibi ruhu cilalandıracak duyguların halka pek yabancı gelmeyecek sözcüklerle anlatılmasının ve ulus bireylerinin düzeyinin Avrupa halkı seviyesine yükseltilmesine çalışılmasının" yazar ve şairler için ulusal bir ödev olduğuna inanan Ahmet Hikmet, "Çağlayanlar" adlı kitabında topladığı öykülerinde, ulusal duyguları coşkunlukla dile getirir. Kitapta kimi öyküler, türün özelliklerini zorlar, söylev biçimine bürünür.Bu kitapta yazarın, "Çağlayanlar" adlı yapıtındaki öykülerinin yanı sıra, diğer kitaplarında bulunmayan altı öykü ile bir monolog yer almaktadır.
Milli şair unvanı verilen Mehmet Emin Yurdakul’un Türk şiirinde açtığı çığırı Ahmet Hikmet Müftüoğlu Çağlayanlar’da hikayeleriyle devam ettirmiştir. Yazar, bu eserdeki hikayele­rinde Türk destanlarından, tarihinden, faydalanmış; Trablus, Balkan, I. Dünya savaşlarında yaşanan olayları anlatmıştır. Ahmet Hikmet Müftüoğlu‘nun 1922′de yayınlanan Çağlayanlar adlı kitabı 18 parçadan ibarettir. Milli edebiyatımız içinde uyandırdığı milliyetçilik duygularıyla çok önemli bir yere sahiptir. Çağlayanlar hikayelerindeki kahramanların isimleri şunlardır:
Alparslan Masalı, Yarayı Kanatan, Üzümcü, Sümbül Kokusu, İnci, Yakarış, Bekir ile Tekir, Ayşe Kızla Vato, Maviş.Çağlayanlar Kitabının Özeti
Sümbül KokusuPazar günü, Budapeşte Darülfünunu Tabiiyyat şubesinde öğrenim gören Hüseyin Arif, Macaristan’ın dar sokaklarından birinin kasvetli, dar evlerinden birinde, gazete okumaktadır. Gazetede Çanakkale Savaşı’nın gidişatıyla ilgili pek çok ha­ber vardır. İstanbul’un, Boğazların her yanının sarıldığı, ülke­nin çok zor durumda olduğu yazmaktadır. Hüseyin Arif, mem­leketinin düştüğü bu durumdan dolayı büyük bir hüzün için­dedir. Ülkenin cephane durumu çok eksiktir. (Çağlayanlar) Oysa düşman askerlerine her yandan yardım gelmektedir. Onların her türlü imkânı karşısında Türk askerinin yalnızca bir göğsü, bir de bazusu vardır. İstanbul; camileriyle, mavi denizi ve göğü, mezarlıkları, surları ile gözlerinin önüne gelmektedir. Ona göre, İstan­bul’un hamalları Avrupa’nın lortlarından daha asildir. Kaldı­ğı Macar topraklarındaki sokaklara göre İstanbul’un sokakları daha nurani, daha neşelidir. İçinden bir çığlık kopar. Allah’a, vatanımı düşmana çiğnetme, diye yalvarır.Bu hüzün içinde, memleketine ait neyi varsa hepsini koklar. Sonra pencereyi açar. Ev sahibi dört gün önce bir sümbül vermiştir. Pencereyi açınca duyduğu sümbül koku­suyla irkilir. Sümbül saksısının üzerine kapanarak ağlamaya başlar. O sırada kapı vurulur. Gelen Mehmet Siyavuş’tur. Mehmet’e sümbülü derinden koklamasını söyler. Mehmet Siyavuş da irkilir. Çünkü sümbül, İstanbul kokmaktadır. Mart aylarında İstanbul’da işportalarda ‘bahariye kokuları ‘ diye satılan sümbül kokusunu hatırlarlar. İkisi de Ah vatan!’ der­ler. Vatanı kaybediyoruz.’ diye ağlamaya başlarlar. İki genç, bir şey yapmaları gerektiğine karar verir. Hüseyin Arif arka­daşına; ‘Yaşamak alçaklıktır. Çanakkale cephesinde ölmeliyiz.’ der. Birbirlerine sarılarak ikisi de vatan için savaşmaya karar verir. İki gün içinde eşyalarını satarlar. Pasaport işlemleri için gittiklerinde görevli onlara ‘Talebelerin askerlikleri ertelendi.’ dediğinde, onlar büyük bir huzurla ‘Biz gönüllü gidiyoruz.’ cevabını verirler.
Padişahım Alınız Menekşelerimi, Veriniz GülümüSamime Hanım, kanepede gazeteleri okumaktadır. Ya­nında Ayşecik vardır. Ayşecik, Samime Hanım’ın hizmetçisidir. Samime Hanım’ın kocası, Ayşecik’in de babası ve ni­şanlısı Trablus cephesine gittiklerinden beri koca evde birbir­lerine arkadaşlık etmektedirler. Ayşecik, bu eve akrabası olan Samime Hanımın kocası Tuğrul Bey’in babasından haber alabileceği ümidiyle gelmiştir. Fakat Tuğrul Bey de kısa zaman sonra cepheye gitmiştir.Samime Hanım ile Ayşe iki dert ortağı olmuşlardır. Her ikisi de her gün Allah’a cephedeki yakınları için yalvarmakta, evde matem havası esip durmaktadır. Samime Hanım, Ay­şe’ye kocasından, Ayşe de utanarak nişanlısından bahset­mekte; böylelikle avunmaktadırlar.Ayşe, Samime Hanıma muharebeden bir haber olup ol­madığını sorar. Samime Hanım, gazetedeki haberi okumaya başlar. Gazetede şunlar yazmaktadır:
‘On üç zırhlıya karşı bir asker’“Salı sabahı düşman zırhlılarından on üçü Trablus’un şark tarafında kalan Hamidiye İstihkamı’nı dövmeğe başla­mışlardır. İstihkamda on bir neferle bir çavuş vardı. Neferle­rin dokuzu bir müddet sonra şehit, ikisi mecruh olmuş ve sağ kalan Mehmed Çavuş isminde bir kahraman henüz parçalan­mayan birkaç topla, dünyanın hiçbir muharebesinde işitilme­miş, hiçbir memleketin tarihinde görülmemiş bir inat ve me­tanetle tek başına düşmana mukabele etmiş ve nihayet tunç toplarla beraber o pulat vücut da başına yağan yüzlerce gül­le altında parça parça olmuştur. Böyle emsalsiz erlere malik olan millet dünyanın en büyük milletidir.”Gazetedeki haberi duyan Ayşe, haykırmaya ve ağlama­ya başlar. Haberdeki Mehmet Çavuş babasıdır. Ayşe baygın­lık geçirir. Samime Hanım, onu teskin etmeye çalışır. İkisi de abdestlerini alarak Allah’a secde ederler. Dakikalarca ağlaya­rak Allah’a dua ederler. Samime Hanım, Ayşe’ye yatmasını ve Allah’a nişanlısının yaşaması için dua etmesini söyler.Ayşe rüyasında nişanlısı Tosun’u görür. Bir melek, onu Trablusgarp’a nişanlısının yanma götürür. Nişanlısının yanında ba­bası da vardır. Babası, nişanlısını götürmesini, onun yerine de savaşacağını söyler ve gider. Ayşe, Tosun’a sarılarak ağlamaya başlar. Tosunla birlikte bir yere otururlar. Tosun, düşman kur­şunu askerlerimizin bağrını delerken, buradan ayrılamaya­cağını söyler. Bu arada, Tosun’un her yerinden inciler akmak­tadır. Ayşe incileri toplayıp padişaha vererek nişanlısının bede­lini vereceğini düşünür ve sevinir. Tosun, düğmesini açtığında içinden mücevherler dökülmeye başlar. Tosun, ona: “Benim bedelim bu çöllerin bütün kumlarıdır. Ben bitmeyince Trablus, bitmez.” der. Padişaha bir demet çiçek götürmesini söyler. Ona son söylediği cümle: “Gönlüm diyor ki ben şehit olmamışsam mutlaka çiçekleri padişaha vereceksin.”Ayşe, sabah olunca hemen bahçeden çiçek toplar. Padi­şaha gidecektir. Dolmabahçe Sarayı’nın önünde elinde çiçek­lerle duracak, padişah onu görünce Ayşe’yi yanına çağıra­caktır. O da padişaha: “Alınız menekşelerimi, veriniz gülü­mü!” diyecektir. Bu düşüncelerle evden çıkar. Yolda birkaç bölük asker görür. İçlerinde Tosun da vardır. Onu görünce gözleri kararır ve oracığa düşüverir. Ayşe aklanmıştır. Gördüğü asker Tosun değildir. Elinde­ki menekşeler de çamurun içine düşmüştür. O anda rüyada Tosun’un: “Ben şehit olmamışsam mutlaka çiçekleri padişa­ha vereceksin.” dediğini hatırlar. Ağlayarak onun şehit oldu­ğunu anlar.

Yorumlar