Abdullah Ayata / Son Ermeni

Öncelikle kıymetli arkadaşım Abdullah Ayata’nın “terceme-i hâl”inden bahsetmek istiyorum. Abdullah Ayata, 1958 yılında Kayseri’de doğdu. Şıhbarak İlkokulunu ve Tomarza Ortaokulunu bitirdikten sonra Malatya Akçadağ Öğretmen Okulu ve Gazi Üniversitesinde öğrenim gördü.
Adıyaman, Erzurum, Giresun illerinde çeşitli yıllarda öğretmenlik yaptı. Halen bu görevini Kayseri ilinde eğitimci olarak sürdürmektedir. Evli ve dört çocuk babasıdır.[1]
Abdullah Ayata’nın Altın Kitaplar arasında çıkan bu ilk eseri, bizlerde oldukça güzel tatlar bıraktı. Kendisiyle beraber bu heyecanı bizler de yaşadık. Abdullah Ayata’nın bu eserinin Altın Kitaplar gibi Türkiye’nin oldukça önemli bir yayınevi tarafından basılmış olması da aynı zamanda bizleri gururlandırmıştır.
Üstat Necip Fazıl Kısakürek: “Fransa’da her lise öğretmeninin bir kitabı var. Oysa bizdeki birçok üniversite profesörü dahi kitapsızdır” dermiş. Şimdi görüyorum ki başta Abdullah Ayata olmak üzere daha birçok eğitimci yazarımız adeta Üstat Necip Fazıl’ın bu serzenişini duymuş gibi, eserleriyle bütün topluma katkı sağlayarak Türk Diline ve Türk Edebiyatına hizmet etme yarışına girmişlerdir. Bu konuda Ayata’nın şahsında hepsini kutlamak isterim.
KİTAP HAKKINDAKİ GÖRÜŞLER
Abdullah Ayata’nın bu eserini ilk defa okumak fırsatı bulanlardanım ve aynı heyecanı yakın çevreme de taşıdım. Ayata’nın uçsuz bucaksız deryasından bizlere sunduğu bu roman şüphesiz ki kendisi için de bizler için de çok önemlidir. Bu romanla Ayata, Anadolu’nun mazisine bizleri ulaştırırken bunun bir başlangıç olduğunun da haberini veriyor.[2] Onun böyle güzel bir başlangıç yaparken dağarcığında yeni yeni eserlerin yer aldığını da söylemek istiyorum; çünkü bunların bir kısmı da yazar tarafından tamamlanmış ve okuyucusuyla buluşacağı günleri beklemektedir.
Kitap hakkındaki görüşler bölümüne Özcan Köknel ile başlamak istiyorum:
Prof.Dr.Özcan Köknel’in kitabın arka kapağında da yer alan bir ifadesini buraya almak istiyorum. Özcan Köknel diyor ki: “...Onu tesadüfen bir televizyon programında tanıdım. Henüz yayınlanmamış öykü ve romanlarını okuyup inceledikten sonra ‘müthiş’ kelimesi gayri ihtiyari olarak çıktı dudaklarımın arasından. Zira son zamanlarda böyle sürükleyici, akıcı, düzgün anlatımlı mükemmel betimlemelerle bezenmiş değişik içerikli kitaplar okumayı özlemiştim...” Sayın Köknel’in kitap için kullandığı “müthiş” ve “sürükleyici”, “akıcı”, “düzgün anlatımlı” gibi ifadeler kendisinin takdir hisselerinin en hoş terennümleri olarak karşımızda duruyor. Yazar Sare Harmancı da “...Son Ermeni geçmişten günümüze uzanan konusu ile okuyucuyu sürükleyen bir eser. Onda milletimizin sahip olduğu değerlerin yanı sıra milletçe yaşadığımız problemlere ince dokunuşlar buldum. Sayın Abdullah Ayata’yı bu çalışmasından dolayı tebrik ediyorum...” demektedir. Sare Harmancı, daha birçok eleştirmen gibi kitabın konusunu öne çıkarmaktadır. Çünkü, ele alınan konu, bugün de hâlâ canlılığını yitirmemiş olan ve sürekli olarak belli çevrelerce istismara kalkışılan 1915 yılındaki Ermeni tehciridir. Veli Altınkaya da Kayseri Akın Günlük Gazetesindeki köşesinde 1915 tehcirine dikkat çekerek Ermenilerin Osmanlı teb’ası olarak “millet-i sadıka” diye isimlendirildiğinden bahsediyor ve romanın bu yönünü öne çıkardığı gibi romanda Ermeniler ve Türkler arasında Tomarza çevresinde yaşanan ilişkilerin anlatılmasının da kendisinin bu romana daha çok ilgi duymasını sağladığını ifade ediyor.[3] Altınkaya, aynı yazısında benim de katıldığım bazı tespitlerde bulunuyor ve diyor ki: “Romanın ana kahramanı ‘Son Ermeni Gazer Cebelyan’ 1915 tehcirinde Beyrut’a gönderilirken hastalanıyor ve yola devam edemeyeceği anlaşılınca Şıhbarak köyünde İbiş Hoca’nın evinde altı aylık bir zorunlu misafirlik yaşıyor. Romanın ana iskeletini bu olay oluşturuyor gibi gözükse de aslında romandaki asıl kahraman İbiş Hoca’dır. Şüphesiz ki yazar, bu romanın adını “İbiş Hoca” olarak koysaydı, roman muhtemelen bu kadar ilgi görmeyecekti” Altınkaya’nın bu tespitinde oldukça haklılık payı vardır. Romanın asıl kahramanı İbiş Hoca, daha ilk sayfalardan başlayarak aynı Dede Korkut gibi buradaki Türkmen obasının akıl hocası durumunda biri olarak onların her türlü müşkülatını çözmekte, kimi yerde de bir oba beyi gibi yiğitlik ve cesaret örneği göstermektedir. İbiş Hoca’nın 1936 yılında İmamoğlu’nun Danacılı köyüne gidip orada vefat edişine kadar geçen bölüm kitabın 250 sayfasını tutmaktadır. Romanın tamamı 320 sayfa olduğuna göre romanın 250 sayfalık bölümünde İbiş Hoca, romana hakimiyet sağlamıştır ki bu da onun romanda ne kadar büyük bir görev üstlendiğini göstermektedir.
Altınkaya, romanın bitişi ile ilgili bir değerlendirme daha yaparak “romanın kahramanlarının bugün bulunduğu noktayı birer cümle ile sonlandırarak kitap tamamlanmış olsa acaba daha mı iyi olurdu?” yorumu da yapmaktadır. Her ne kadar Tomarza’nın Şıhbarak köyünde böyle bir gerçek olaya roman dayandırılsa da tabidir ki yazar, romanında bu olayı kendi süzgecinden geçirerek kendi hayal dünyasından katkılar sağlayarak yazacaktır. Bu yönüyle romanlar tarihe ışık tutarlar ancak tarihin kendisi olamazlar.
“SON ERMENİ” ROMANI ÜZERİNE...
Bir zamanlar Anadolu topraklarında Türk, Rum, Ermeni, Yahudi ve akla gelebilecek her tür etnik kökenden insan bir arada yaşıyordu... Uyum ve mutluluk içinde... Ancak sonra kötü günler geldi... Kendilerine 'azınlık' denilen oysa en az Türkler kadar buralı olan insanlar, doğup büyüdükleri bu toprakları bırakıp gitmek zorunda kaldı.
Abdullah Ayata'nın Son Ermeni adlı kitabı, Türkiye'nin yakın tarihinin bu hala tam olarak kapanmayan yarasına "dokunuyor": Kitap Gazer Efendi adlı bir Ermeni ile İbiş Hoca adlı bir Türk'ün dramatik yaşam öyküsü üzerine kurulu.Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarıdır. İbiş Hoca'nın köylüsü olan Veli ile Hıristiyan olan güzel Horimsi din ayrılığı dinlemeden birbirlerine aşık olurlar. İki gencin aşkı Türk ve Ermeni halklarını karşı karşıya getirse de İbiş Hoca'nın tutumu ve davranışları her iki tarafı da rahatlatır ve iki genç evlenir.Ama kötü günler asıl bundan sonra başlar.Osmanlı Devleti Ermenileri kendi can güvenlikleri için uzak diyarlara göndermektedir. Gazer Efendi ve köylüsü de kendi köylerini boşaltmak zorunda kalır. Toplanıp Beyrut trenine yetişmek için yollara düşerler. Kafilenin yolu İbiş Hoca'nın köyünden geçer. İki halk tıpkı eski günlerdeki gibi kucaklaşır birbiriyle. Türkler son Ermenileri ellerinden geldiğince iyi ağırlar. Tam yola çıkılmak üzereyken Gazer Efendi rahatsızlanır. Kafile hastanın iyileşmesini bekler ancak artık zamanları da kalmamıştır. Sonunda trene yetişmek için onu Gazer Efendinin güvenli ellerine bırakıp yola koyulurlar.[4]
Abdullah Ayata’nın Son Ermeni adını taşıyan romanı Türkiye’nin yakın tarihine farklı bir açıdan yaklaşıyor; dilleri ve dinleri ayrı olan iki milleti ‘sevgi-saygı’ çemberinde buluşturan Ayata’nın romanı, ‘anı’ kurgusundan dolayı ‘Kurtuluş Savaşı’nın tanığı olma özelliğine de sahip.[5]
Abdullah Ayata, Son Ermeni’de, geçmişten günümüze milletimizin sahip olduğu değerleri anlatırken yaşadığımız birtakım sorunları da hoşgörü ile nasıl çözebileceğimizin ip uçlarını veriyor.[6]
Yıllarını eğitim camiasına veren Abdullah Ayata’nın, sözde Ermeni soykırımı iddialarından yola çıkarak kaleme aldığı “Anılarda Son Ermeni” adını verdiği kitabı için Ayata, “Hâlâ Ermeni soykırımı iddialarını ortaya atanların ve bu iddiaya inananların bulunduğu ülkemizde, birilerinin de bu ülke insanın o yıllarda çektiği zulümleri gözler önüne sermesi gerektiğini” söylüyor.[7]
[1] Altın Kitaplar, 2004 Güz Kitapları, s.11
[2] S.Burhanettin AKBAŞ, adı geçen kitabın arka kapağındaki yazısı.
[3] Veli Altınkaya, Kayseri Akın Günlük Gazetesi, s.3, 22.11.2004
[4] Hürriyet Gazetesi, 04.11.2004
[5] Haberzade, 04.11.2004
[6] Haberzade, 04.11.2004
[7] Milli Gazete, 19.11.2004

Yorumlar